18 Nisan 2011 Pazartesi

Aşk Sarhoşu



Elimizde çok güzel bir romantik komedi var :)
Bir süredir aklımda aşk sarhoşu'nu izlemek. Jake Gyllenhaal ve Anne Hathaway'in başrollerini paylaştığı film oyuncular itibariyle baya ilgimi çekmişti. Doğru bir tercihmiş, çok eğlenceli bir filmdi :)

Jamie tam bir kadın düşkünü, zeki, çekici ve yakışıklı bir erkektir. En son işinden patronun sevgilisiyle depoda seviştiği için kovulur ve kendini yeni bir işe adar; ilaç satmak. Pfizer ilaç şirketine girip, eğitimden sonra ilaç satımı için Ohio'ya gider. Saçma sapan ilacları satmaya çalışırken Viagra ile tanışır ve bir anda işler değişir. Aynı zamanda bu satışlar için en büyük silahı, zekası ve seksiliğidir. Çünkü bu kadın düşkünü adam hayatında hiç bir kadına değer vermemiş, sadece seks amaçlı birliktelikler yaşamış ama bu şekilde de bütün amaçlarını halledebilmiştir, ta ki Meggie ile tanışana kadar.

Aslında Meggie de ondan aynısını istemektedir. Sadece sevişecekleri, hiç bir bağlanma olmayacağı ertesi gün birbirilerine trip atmayacakları bir ilişki. Meggie'nin aslında bunun için bir sebebi vardır fakat Jamie ilk kez kendini birine kaptırmak üzereyken, onu bırakabilecek midir?

Baştan söyleyeyim, filmde inanılmaz derecede açık şekilde sevişme sahneleri var. Bütün film boyunca Anne Hatthaway'in göğüslerini ve Jake Gyllnhaal'ın da poposunu görüyoruz. Bu filmden sonra da zaten magazin dergilerine baya kapak oldular :)




Filmin müzikleri harika. Fatboy Slim - Praise You'dan Belinde Carlisle - Heaven is a place on Earth'e, The Kinks - A well respected man'dan Bob Dylan - Standing in the doorway'e kadar harika müzikler tam can alıcı sahnelerde insanın yüreğini ısıtıyor.

Oyunculuğa zaten sözüm yok . Ben Jake'i de Anne'i de çok beğenirim. İkisinin de kimyası gerçekten çok güzel uyuşmuş.

Kısacası, tavsiye edebileceğim hoş bir romantik komedi :)

17 Nisan 2011 Pazar

Yaşamın Şifresi


Amerikan askeri olan Colter Stewens bir sabah hiç tanımadığı bir adamın kimliğinde uyanır. Hayatına dair neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir anda patlamak üzere olan ve Chicago'yu yok edecek olan bir bombayı durdurmak görevinde olduğunu öğrenir.

Amerikalı bilim adamı Dr. Rutledge "yaşam şifresi" isimli bir alet icad eder. Bu alet ölmüş insanların beyinlerine yaptığı inanılmaz yolculukla geleceği büyük ölçüde etkileyecektir. Colter Stewens bu aletin ilk kobayıdır ve patlamak üzere olan treni durdurma görevini üstelenmek zorunda kalmıştır. Fakat bunun yanında kendisine neler olduğunu, birliğinin nerede olduğunu ve neyin gerçek olup nelerin olmadığını da öğrenmeye çalışmaktadır. Bütün bunları yapması içinde sadece 8 dakikası vardır.


Yönetmenliğini Duncan Jones'un yaptığı Source Code benden çok güzel bir puan aldı. Film aksiyon gerilim tarzında ve eğer Inception ( Başlangıç ) filmin izlemiş ve beğenmişseniz Yaşam Şifresi'de sizden tam puan alacaktır.

Jake Gyllenhaal yine oyunculuğuyla filmde göz dolduruyor. Kim bu bombacı, kim, kim diye sorup duruyorsunuz film boyunca. Colter'ın sonunun ne olacağını düşünürken siniriniz bozuluyor ve sonunda da cidden kafa karışıklığı yaşıyorsunuz !

İzlemesi zevkli, sürükleyici, tansiyonunu hiç kaybetmeyen IMDB'den 7.9 gibi yüksek bir puan almış bu güzel filmi izlemenizi tavsiye ederim .

5 Nisan 2011 Salı

Kan Kokusu


Bu hafta sizlere “ Somos lo que hay ” Türkçe’ye “Kan Kokusu” olarak çevirilen bir Meksika filminden bahsedeceğim. Filmin konusunun yamyamlık olduğunu öğrenince heyecanla izlemeye başladım ama tam bir fiyasko çıktı.

Bir mağazanın önünde ölü bulunan kimliği belirsiz adamın midesinden bir kadın parmağı çıkar ve iki polis bu dava ile para kazanacaklarını düşünerek peşine düşerler. Ölen adam Alfredo’nun babasıdır ve şimdi evin tüm yükü ona düşmüştür. Ritüelleri tamamlama, avlanma ve beslenme Alfredo’nun görevidir. Bu insan yiyen aile, her gece ava çıkmakta, farklı insanları eve getirip, ritüellerine göre kesmektedir. Fakat babalarının kaybından sonra yaptıkları dikkatsizlik yüzünden, deşifre olmak üzeredirler ve polisin dikkatini üzerlerine çekmişlerdir.

Meksika’lı yönetmenler ve Meksika filmleri beni her seferinde şaşkınlığa uğratıyor. Inarritu’nın filmi olan “Paramparça aşklar ve köpekler” filmini de sevmemiş, bir türlü güzel bir tat alamamıştım. Kan Kokusu’da benim için öyle bir şey oldu, hatta daha kötüsü. Bunun yanında “ Pan’ın Labirenti, Frida “ gibi harika filmleri çekenlerde Meksikalı yönetmenler.

Filmin başı güzel başlasa da, devamında tüm heyecanını kaybedip tansiyonu düşürüyor ve belirli bir süre boyunca tek düze, aile kavgalarını izlediğimiz boş bir şeye dönüşüyor. Ailenin kasvetini göstermek için kullanılan az miktarda ışık insanı rahatsız etmek amacıyla verilmiş olsa da, bence bu rahatsızlık sizi filmden soğutacak dereceye getirince kabak tadı veriyor.

Film hakkında söyleyebileceğim tek iyi şey cast seçiminin çok yerinde yapılmış olmasıdır. Oyuncuları gerçekten çok iyi seçmişler. Mesela anneleri o kadar basit bir kadın ki, resmen bu rol için biçilmiş diyorsunuz. Aynı şekilde evin iki oğlu olan Alfredo ve Julian tam birer serseri, Alfredo annesinin sevgisizliği ve babasının kaybıyla yok olmak üzere olan, Julian ise öfkesini kaba kuvvetle dışarı çıkartan gençler. Aslında söylemek istediğim şey, karakterler o kadar itici ki, sizi bir yandan inandırıyorlar olaylara.

Sonuç olarak, her zaman söylediğim gibi sinema göreceli bir kavramdır ama “ Kan Kokusu” bana göre zaman kaybıdır.

4 Nisan 2011 Pazartesi

30. İstanbul Film Festivali

1 Nisan akşamı Roxy'de İstanbul Film Festivali'nin açılış partisi vardı. Çok eğlenceli, çok renkli, çok hoş bir akşamdı. İlk olarak Roxy'ye geldik ve kapıda bizi davetiye listesini kontrol eden arkadaşlar çıktı, Hazal Çeteci ve +1 olarak girdik içeri. Kapıda çekiliş için ismimizi aldılar, içeri girdiğimiz gibi fotoğrafımızı çektiler :) İçerideki ortam gayet hoştu. Bütün insanlar kendi kafasında, kendi halinde takılıyordu. Biz de içkimizi alıp etrafa bakınmaya başladık. Bir süre sonra sahneye Soul Stuff çıktı ve bizi inanılmaz eğlendirdi! Soul Stuff kesinlikle sahnede tekrar tekrar izlenebilecek bir grup :)
Çekiliş yapıldı. Ödül olarak Lale Kartları'ndan verdiler. Çok kıskandım açıkcası kazananları. Çok hoş ve güzel insanlarla tanıştık içeride. Dans ettik, güldük, eğlendik. Teşekkür ederiz Akbank! Çok güzel bir partiydi, umarım çok güzel bir festival sezonu daha geçirirsiniz!

Buradan her türlü detayları görebilirsiniz. Seanslar olsun, filmler olsun. Çok güzel filmler var. Mutlaka gidin derim!


Bu da görüntü kalitesi düşük, o gece Akbank'ın hediye ettiği fotoğrafımız :) Scanner'da taratamadım üzgünüm :)


10 Mart 2011 Perşembe

Çok Yaşasın Türk Sineması !

Bugün sizlere Işık Üniversitesi'nin katkılarıyla, Işık Okulları'nın Mart ayı boyunca düzenlediği çok güzel bir sergiden bahsedeceğim. Mutlaka gidin görün derim. Benim de evime çok yakın olduğundan ben de mutlaka uğrayacağım :)
Buyurun detayları,


Türk Sinemasının 97 Yıllık Tarihi
Işık’ta Canlanıyor


Türk sinemasının 97 yıllık tarihini aydınlatan “Çok Yaşasın Türk Sineması” sergisi, Yeşilçam oyuncularının bugüne dek hiç yayınlanmamış kamera arkası fotoğrafları ve döneme ait birçok afiş Işık Üniversitesi'nin desteği ile Işık Okulları’nda meraklıları ile buluşuyor.

Türk sinemasının 97 yıllık geçmişine ait birçok afiş, fotoğraf, obje ve belgenin görülebileceği “Çok Yaşasın Türk Sineması” sergisi, kuruluşunun 125. yılını kutlayan Işık Okulları’nın Nişantaşı Kampüsü’nde meraklıları ile buluşuyor. Geçmiş yıllarda yaşamını yitiren, Türk sinemasına emeği geçmiş yönetmen, senarist ve oyuncularla günümüzün yıldızlarını buluşturan sergi Mart ayının sonuna kadar gezilebilecek. Sergide Türk sinemasının, çekilen ilk Türk filmi olarak kabul edilen “Ayastefanos Abidesi’nin Yıkılışı”ndan günümüze dek süren tarihi izlenebiliyor.

Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularına ve ölümsüz filmlerine Lale Film Stüdyoları’nda ev sahipliği yapmış Necip Sarıcı’nın arşivi ile özel koleksiyonundan oluşan sergide Türk sinemasının tarihinden birçok afiş, fotoğraf, obje ve belge yer alırken, Yeşilçam oyuncularının bugüne dek hiç yayınlanmamış karelerini de görmek mümkün.

Feyziye Mektepleri Vakfı’nın kurucularından İpekçi ailesinin fotoğrafları da sergide!

Bünyesinde Işık Üniversitesi ve Işık Okulları'nı barındıran Feyziye Mektepleri Vakfı’nın kuruluşuna önayak olmasının yanı sıra, Türk sinema sektörünün de kurucularından sayılan İpekçi ailesinin fotoğraf ve belgeleri de sergide yer alıyor. Nazım Hikmet’in İpek Film Stüdyoları’nda senarist ve dublaj yönetmeni olarak çalıştığı 1930’lü yıllara ait fotoğraflarının yanı sıra, Halit Refiğ, Ertem Eğilmez, Sezer Sezin, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Turan Seyfioğlu, Ayhan Işık, Cüneyt Arkın ve Kadir gibi birçok Yeşilçam yıldızının set ve kamera arkası fotoğrafları ile özgün belgeleri de sergide görülebiliyor.

7 Mart 2011 Pazartesi

8. Yıldız Kısa Film Festivali

Eveeet yine bir kısa film festivali duyurusuyla karşınızdayım ! :)
Yıldız Teknik Üniversitesi 8. Kısa Film Festivali başlıyoooor!

Yola çıktığı ilk günden bu yana sinemaseverlerin ilgisiyle büyüyen Türkiye’nin ilk ve bağımsız öğrenci organizasyonu Yıldız Kısa Film Festivali 8. kez sinema severlerle buluşuyor.Y.T.Ü. Sinema Kulübü tarafından düzenlenen, jüriliğini sinema sektörünün özgün ve seçkin isimlerinin oluşturduğu festivalin son katılım tarihi 15 Nisan 2011.


2 Mayıs tarihinde açılış etkinlikleriyle başlayacak olan festival hafta boyunca yapılacak gösterimlerle devam edecek ve 6 Mayıs akşamı gerçekleşecek olan ödül töreni ve kokteyl ile son bulacaktır. Hafta boyunca yapılacak olan gösterimlerin yanı sıra panel , söyleşi ve atölyelerle katılımcılara keyifli anlar sunmayı amaçlayan festival herkese açıktır; etkinlik mekanı Y.T.Ü. Beşiktaş kampüsüdür.


KISA FİLM YARIŞMASI

Festival Kapsamında düzenlenecek yarışma bölümüne ulusal çapta tüm öğrenciler katılabileceklerdir. Yarışmaya katılan filmler, YTÜ Sinema Kulübü danışmanı Uğur KUTAY başkanlığında, YTÜ Sinema Kulübü Yönetim Kurulu ve Üyelerinden oluşan ön jüri tarafından değerlendirilecektir. Ön jüri değerlendirmesinden geçen filmler arasından kurmaca, canlandırma ve deneysel dallarda ilk üçe giren filmler esas jüri tarafından belirlenecektir. Esas jürinin belirlediği her dalda en iyi üç film ve özel ödül olmak üzere toplam on film gala gecesinde ödüllendirilecektir.


AÇILIŞ,GALA ve ÖDÜL TÖRENİ

2 Mayıs 2011 pazartesi günü açılış etkinlikleri ile başlayacak olan Yıldız Kısa Film Festivali , 6 Mayıs Cuma akşamı jüri ve finalist filmlerin yönetmenlerinin yanısıra medya ve basından seçkin konukların da davetli olduğu ödül töreni ile derece alan filmleri belirleyecek, tören sonrası kokteyl ile son bulacaktır.


KISA FİLM GÖSTERİMLERİ

Festivale kabul edilen filmlerin gösterimleri 2 Mayıs ve takip eden hafta boyunca Y.T.Ü. Beşiktaş kampüsündeki gösterim mekanlarında izleyicilerle buluşacaktır. İnternet ve diğer basın organlarıyla duyurusu yapılacak program içerisinde yerli yapımların yanısıra uluslar arası festival seçkileri de bulunacaktır. Katılımın tüm sinemaseverlere açık ve ücretsiz olduğu etkinlik içerisinde bir gün de açık hava gösterimi mevcuttur. Festival dahilinde finalist filmler yıl boyunca çeşitli gösterim ve kültür merkezlerinde izleyicilerle buluşacaktır.


PANELLER VE ŞÖYLEŞİLER

Festival kapsamında sinema dünyasından seçkin konukların katılımıyla sinema ve kısa film üzerine, panel ve söyleşiler düzenlenecektir. Bu etkinliklerle; sinemayla ilgilenen gençlerle profesyonellerin bir araya getirilip düşünce ve birikimlerin paylaşılabildiği bir platform oluşturulacaktır.

Toplantı, söyleşi ve sosyal etkinliklerle, genç sinemacılar arasında iletişim ve dayanışmayı güçlendirmek hedeflenmektedir.


Buradan da gerekli bilgileri alabilirsiniz! :)

http://www.yildizkisafilm.com

6 Mart 2011 Pazar

İstanbul Lisesi 8. Kısa Film Yarışması


Bugün, İstanbul Erkek Lisesi Sinema Kulübü öğrencisi Ezgi'den bir mail aldım. 8. Kısa Film Yarışmaları hakkında bana bir bülten yollamış ve ben de bunu sitemde paylaşmaktan mutluluk duyacağımı söyledim. 2 sene önce benim de bir arkadaşım İstanbul Lisesi'nin bu yarışmasına benim oynadığım bir kısa film ile katılmıştı. Gençleri böylesine güzel bir projeye 8 yıldır teşvik eden İstanbul Lisesi'ni yürekten tebrik ediyorum. Lise, insanın düşüncelerinin şekillenmeye ve oturmaya başladığı en önemli dönemdir ve bu süreçte gençlerin bir şeyler yaratması ve bu yarattıkları şeyleri kitlelere sunması bence çok önemlidir. Benim okuduğum okulda sinemaya değil, müziğe çok yoğunlaşılmıştı ama ben ikisini de çok sevdiğimden lisede müzikle ilgilenip üniversitede sinema televizyon okumaya karar verdim. Eğer lise zamanında bizi sinemaya yönlendirselerdi eminim ki daha çok insan ilgilenir ve bu güzel aktivitenin bir parçası olmak isterdi. Bence bu yazıyı okuyan ve imkanı olan arkadaşlar mutlaka bu yarışamaya katılmalılar. Her şeyden önce, gerçekten ilginiz varsa, çok büyük tecrübe olur sizler için.
Buyrun detaylar;

İstanbul Lisesi Liseler Arası Kısa Film Yarışması tüm lise öğrencilerini film çekmeye davet ediyor.

İstanbul (Erkek) Lisesi, 7 sene önce düzenlemeye başladığı Liseler Arası Kısa Film Yarışması'nı bu sene de kaldığı yerden tüm hızıyla devam ettiriyor. Yarışma Türkiye'de düzenlenen ilk ve tek liseler arası kısa film yarışması olma özelliğine sahip. Geçtiğimiz sene Türkiye'nin dört bir yanından toplam 124 filme ev sahipliği yapan yarışma, bu sene daha çok gence ulaşmayı amaçlıyor. Yarışma, öğrencileri genç yaşta sinemaya yöneltiyor ve onlara sinema sevgisi kazandırmayı hedefliyor, bu sayede Türk Sinemasının geleceğine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Kısacası Türk Sineması'nın geleceğini arıyor! Sinema çevreleri tarafından büyük beğeni toplayan “İstanbul Lisesi Liseler Arası Kısa Film Yarışması”, genç yönetmen adaylarına güzel fırsatlar tanıyor, gençlerle ustaları bir araya getiriyor ve tüm liseli gençleri kısa film çekmeye davet ediyor.

Yarışma jürisinde; oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, Ruhi Sarı, Hasibe Eren, Bennu Yıldırımlar, Özge Özberk; yönetmen Selim Demirdelen, Selim Evci, Haşmet Topaloğlu; İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ceyhan Kandemir, Altyazı Dergisi Yazı İşleri Müdürü Nadir Öperli ve İELEV Genel Müdürü Kemal Kafadar yer alıyor.

Jüri değerlendirmesi sonucunda birinci seçilen filmin yönetmenine HD kamera, ikinciye dijital fotoğraf makinesi, üçüncüye IPOD ve mansiyon olarak DivX DVD Oynatıcı gibi çeşitli ödüller veriliyor.

Son katılım tarihi 6 Mayıs 2011!

Yarışma sonuçları, genç sinemacı öğrencilerin ustalar ile bir araya geleceği ve ödüllerin sahiplerini bulacağı, haziran ayının ilk haftasında gerçekleştirilecek olan ödül gecesinde açıklanacak.

Yarışma süreci, katılım şartları, ön başvuru ve iletişim için tüm bilgi ve gelişmelere İstanbul Lisesi Sinema Kulübü internet sitesinden ulaşabilirsiniz.

www.ielsinema.com

Okul Telefonu: 0(212) 514 15 70


The Kids Are All Right


Bu hafta sizlere önümüzdeki hafta vizyona girecek olan, 4 dalda Oscar Adayı olmuş, başrol oyuncularından Anette Benning’e Altın Küre Ödülleri’nde en iyi kadın oyuncu ödülü getirmiş olan, The Kids Are All Right isimli filmden bahsetmek istiyorum. Türkçeye 2 Kadın 1 Erkek olarak çevrildi.

Nic ve Jules yapay döllenme yoluyla iki çocuk sahibi olmuş, 18 yıllık evli lezbiyen bir çifttir. Nic, evin erkeği rolünü üstlenmiş, mükemmelliyetçi, çocukları Joni ve Laser’a son derece düşkün, eşini çok seven bir doktordur. Jules ise, çocuklar doğduktan sonra işinden ayrılmış, evde zaman geçiren, daha pasif hayat süren bir kadındır.

Bir gün 15 yaşındaki oğulları Laser, ablasından donör olan babalarını bulmasını ister. Çünkü Laser, babasını çok merak etmektedir. Başta buna pek olumlu yaklaşmayan ablası Joni, kardeşini kıramayıp yapay döllenmeyi yapan merkezi arar ve babasını sorar. Çocuklar şanslıdır, çünkü babaları Paul onlarla tanışmayı kabul eder ve böylece olaylar başlar.

Çocuklar babalarını çok severken, Nic ailesinin elinden gitmesinden çok korkmaktadır ve Paul’a durmadan diş biler. Fakat işler Jules için çok farklı bir hal almıştır..

Filmde, lezbiyen bir çift çok normalleştirilmiş, iki anneli çocuklar duruma çok alışmış bir şekilde gösterilmiş ama açıkcası bu beni hiç rahatsız etmedi. Aksine, aradaki bağ o kadar güzel işlenmiş ki, yer yer çok duygusallaştırabiliyor insanı. Annette Benning ve Julianne Moore bu film için biçilmiş kaftan olmuş resmen. İki usta oyuncu, o kadar güzel yaşatıyorlar ki filmi, ilgiyle izliyorsunuz. Ayrıca Mark Ruffalo’ya da filmde çok üzüleceksiniz.

Filmi izlerken, yönetmenin kadın olduğunu bilmiyordum. Film bittiği gibi söylediğim tek şey “bu filmin yönetmeni kesinlikle kadın” demek oldu ve baktığımda gerçekten de, The Kids Are All Right filmiyle Oscar’a aday olmuş Lisa Cholodenko olduğunu fark ettim. Çünkü filmin sonu kesinlikle feminist bir yaklaşımla bitmiş.

Daha fazla spoiler vermeden, Internet Movie Data Base (IMDB) sitesinden 7.3 gibi yüksek bir puan almış filmi, mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

BlogumaDokunma!

Geçen Salı günü bloglarımızın kapatılmasıyla biz bloggerlar elden ayaktan düştük resmen. Sinema, müzik, tiyatro, moda gibi bir çok dalda olan bloglar, bir ülkenin kültür seviyesinin yansımasıdır. Fakat, biz ki youtube'ı kapatılan, fizy'e ulaşamayan, blog bile yazamayan bir ülke haline geldik. Çünkü sanırım devlet dairelerinde de askeriye mantığı işliyor. Bir kişi değil, herkesin başı yanıyor durumlardan. Ben ne olursa olsun, kimsenin blogunun kapatılmasından yana değilim ama böylesine saçma, böylesine cahilce hareketleri kültür başkenti olmuş, üniversiteler arası uluslararası spor olimpiyatlarını almış yok efendime söyleyeyim Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapan bir ülkeye yakıştıramıyorum. Yakıştırmamaya da devam edeceğim. Biz bu bloglardan para kazanmıyoruz. Biz, sizin hiç bir ekmek kapınızı da engellemiyoruz bu bloglarla. Ama siz sosyal medyanın, dijital medyanın kalemini böylesine kırmaya kalkarsanız, o zaman o medya size karşı yazmaya başlar. Ayrıca emin olun ki, sizin tahmin edebileceğinizden çok daha fazla kalabalığız.
Siz bizim blogumuza dokunmayın, yapıp bozmanız gereken bir çok kumdan kaleniz var. Onlarla oynayın.

25 Şubat 2011 Cuma

43. SİYAD Ödülleri


43. SİYAD ( Sinema Yazarları Derneği ) Ödülleri 24 Şubat akşamı Maslak Tim Center'da sahiplerini buldu. Şenay Gürler'in sunduğu geceye, Türk sinemasının birbirinden değerli sanatçıları katıldı.

Televizyonda da canlı yayında yayınlanan, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Garanti Bankası'nın katkılarıyla gerçekleştirilen geceye, Istanbul Arabesque Project grubu da mini bir konser ile eşlik etti. Davetliler gecenin sonunda Gazino Beyoğlu'nda yapılan kutlama partisine katıldı.

Reha Erdem'in "Kosmos" filmi geceden, en iyi film dahil 5 ödülle dönerken, Seren Yüce'nin "Çoğunluk"'u 10 dalda aday gösterildiği geceden 4 ödül alarak ayrıldı. Çağan Irmak'ın filmi "Prensesin Uykusu" ve Selim Demirdelen'in "Kavşak" filmi gecede sadece 1 ödül sahibi olabildi.

Gece boyunca 13 dalda ödül kazanan yapıtlar açıklanırken, Onur Ödülleri ve Ahmet Uluçay Umut Ödülleri de sahiplerini buldu. 2010 yılında ülkemizde vizyona giren yabancı filmler arasında da yapılan seçimde, Micheal Haneke'nin "Beyaz Bant" isimli filmi en iyi yabancı film ödülünü kazandı.


43. SİYAD ÖDÜLLERİ

En İyi Film: Kosmos (Yapımcı: Ömer Atay)

En İyi Yönetmen: Reha Erdem (Kosmos)

Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu Performansı: Sevinç Erbulak (Prensesin Uykusu)

En İyi Erkek Oyuncu Performansı: Bartu Küçükçağlayan (Çoğunluk)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Performansı: Nihal Koldaş (Çoğunluk)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Performansı: Settar Tanrıöğen (Çoğunluk)

Mahmut Tali Öngören En İyi Senaryo Ödülü: Seren Yüce (Çoğunluk)

En İyi Görüntü Yönetimi: Florent Herry (Kosmos)

En İyi Kurgu: Reha Erdem (Kosmos)

En İyi Sanat Yönetimi: Ömer Atay (Kosmos)

En İyi Müzik: Selim Demirdelen (Kavşak)

En İyi Belgesel: Direnişçi (Yönetmen: Murat Utku)

En İyi Kısa Film: Bisiklet (Yönetmen: Serhat Karaaslan)

Ahmet Uluçay Umut Ödülü: Cahit Çeçen (Kahpe Devran adlı belgeseliyle)

Onur Ödülleri: Tuncel Kurtiz, Yusuf Kurçenli ve Cahit Berkay.

2010’da gösterime giren Beyaz Bant-Das Weisse Band (Yönetmen: Michael Haneke) filmi ise Yılın En İyi Yabancı Filmi seçildi.


Bu yazımı, www.kosekapmaca.net sitesinde de bulabilirsiniz!

15 Şubat 2011 Salı

Aşk Tesadüfleri Sever


Özgür, baba mesleği olan fotoğrafçılık mesleğinde çok gelişmiş ve ünlü bir fotoğrafçıdır. Deniz ise güzel bir oyuncudur ve mesleğini çok sevmektedir. Bir gün erkek arkadaşının ailesiyle yemeğe gider fakat yemeğin gidişatı hiç te güzel olmaz ve sevgilisiyle kavga edip çıkıp gider. O sırada bir fotoğraf sergisine rastlar ve sergi açlışının kendi çocukluk fotoğrafı olduğunu fark eder.

Ertesi gün sergiye gider ve sergi sahibi Özgür ile tanışır. Özgür'ün çocukluk arkadaşı olduğunu öğrenen Deniz, erkek arkadaşıyla olan problemleri, Özgür'ün samimiyeti ve ilgisi yüzünden onunla yakınlaşır ve bütün bir hayatı 3 gün içinde inanılmayacak şekilde değişir..


Film hakkında çok fazla bilgi yazamadım çünkü ağzımdan çıkacak en ufak bir sözün spoiler olmasından korkuyorum. O kadar güzel bir filmdi ki, o kadar güzel işlenmişti ki her şey gerçekten tesadüfler bir insanın hayatında bu kadar olabilir mi ya da olsun ya benim hayatımda da olsun dedirten bir film.


Mehmet Günsür ve Belçim Bilgin o kadar tatlı bir çift olmuş ki, Belçim Bilgin meğer öyle güzel bir oyuncuymuş ki, bugüne kadar neredeydin dedirtti :)


Yalnız anlamadığım bir şey, neden film Mehmet Turgut'un hayatı etrafında geçmiş. Özgür'ün hayatı, Mehmet Turgut'un hayatı resmen. Foto Turgut, Mehmet Turgut'un babasının Ankarada'ki studyosuymuş. Özgür'de baba mesleği ile fotoğrafçı oluyor ve evindeki bütün fotoğraflar Mehmet Turgut'a ait :) Filmin fotoğraflanması Mehmet Turgut tarafından yapılmış anlaşılan ama kendisi de çok sağlam reklam yaptı anlaşılan film ile. Sergide de küçük bir rolü vardı hatta. Tam bir figürasyon olarak :)


Son olarak filmin en can alıcı noktasından bahsetmek istiyorum ki, soundtrackleri. Gerçekten bugüne kadar izlediğim filmler içerisinde, soundtrackleri bu kadar güzel oturtmuş, bu kadar yerli yerinde şarkı seçimi yapmış, insanı şarkılarıyla ağlatabilen çok az film gördüm. Şebnem Ferah'tan tutun, Müslüm Gürses'e Teoman'a TNK'den Mehmet Günsür'ün kendi güzel sesine kadar, her şey o kadar yerli yerinde olmuş ki, gözyaşlarıma ben bile engel olamadım.


Netice itibariyle düşünmeden gidin diyebilirim size. Hatta hiç beklemeyin hemen gidin. Sevgiliyle giderseniz birbirinizin kıymetini anlarsınız, arkadaşla giderseniz, aranızda bir şeyler varsa duygular açılabilir, yalnız giderseniz bol bol ağlayıp bir sevgili ararsınız. Hadi iyi seyirler.

Sosyal Ağ



Bu hafta sizlere Altın Küre Ödülleri’nde en iyi senaryo, en iyi beste, en iyi yönetmen ve en iyi yapım ödüllerini alan, 27 Şubat 2011’deki Oscar Ödülleri’nde tam 8 dalda aday gösterilen Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in hayatını konu alan, David Fincher imzalı Sosyal Ağ ( The Social Network)’dan bahsedeceğim. www.kosekapmaca.net sitesinden de, yazıyı görebilirsiniz :)

2003 yılı güz döneminde Harvard Üniversitesi’nde okuyan bilgisayar programcısı dahi Mark Zuckerberg, bilgisayarının başına oturup yeni bir proje üstünde çalışmaya başlar. Bir yandan bloguna yazılar yazıp, siteler programlarken, diğer yandan da Harvard Üniversitesi’nin veri tabanına izinsiz olarak girip, bütün kız öğrencilerin fotoğraflarını alıp hangi kız daha güzel diye kıyaslanabilecek bir site yaratır. Site, okul öğrencileri tarafından iki saatte tam yirmi iki bin tık alınca, okulun internet ağı çöker. Bu durumdan dolayı şaşkınlık içinde kalan okul yönetimi, Mark’a disiplin cezası verir. Fakat bu disiplin cezası onu çok fazla etkilemez, aksine kendisinin daha büyük ve evrensel bir proje başlatarak, internet dünyasında bir devrim yaratmasını sağlar. Bir yandan yarattığı devrimi geliştirmeye çalıştıran Mark, diğer taraftan en yakın arkadaşı ile arasındaki sorunlarla ve siteyi sahiplenmeye çalışan insanlarla uğraşırken, böylesine büyük bir başarıyı nasıl sağlamıştır?



Filmde Mark Zuckerberg’i canlandıran Jesse Eisenberg, bu seneki Oscar Ödülleri’nde en iyi erkek oyuncu ödülüne aday gösterildi ve bence bu ödülü kesinlikle hakkeden bir oyuncu. Bir dahiyi canlandıran Jesse, rolünün üstesinden öylesine güzel gelmiş ki, insan onun da dahi olup olmadığını düşünmeden edemiyor.



David Fincher’ın imzası olan bir film, tabii ki tansiyonsuz ve yavaş düşünülemez. Nitekim filme kendinizi öylesine kaptırıyorsunuz ki, nasıl bittiğine şaşıyor insan. Müzikler, geçişler ve kurgu çok başarılı olmuş.



Bir de filmde bonus bir oyuncu var ki, o da Justin Timberlake. Napster’ın çılgın kurucusu Sean Parker’ı canlandırıyor. Biz de öğreniyoruz ki, Mark Zuckerberg Facebook’u kurduktan sonra, Sean Parker kendisiyle görüşüp, ona büyük şirketlerle iş görüşmeleri ayarlayıp binlerce dolarlık reklâmlar almasını sağlamış ve Facebook üzerinde de hisse sahibi olmuş. Fakat filmin devamında başına hiç iyi şeyler gelmiyor kendisinin.



Sosyal Ağ, özellikle neredeyse etrafınızdaki her iki kişiden birinin Facebook hesabının olduğu bir dünyada yaşarken, ilginizi çekebileceğini düşündüğüm bir film. İzlemenizi tavsiye ederim.


31 Ocak 2011 Pazartesi

Siyah Kuğu




www.kosekapmaca.net'in açılışıyla birlikte yayımlanan ilk yazılardan bir tanesi de, benim Siyah Kuğu hakkındaki yorumlarım oldu :) Önce orada paylaştıktan sonra, şimdi de kendi sitemizde paylaşıyorum..


Altın Küre Ödülleri’nde başrol oyuncusu Natalie Portman’a “ en iyi kadın oyuncu “ ödülü kazandıran film gerçekten büyük başarı kokan bir hikaye.

Nina Sayers ( Natalie Portman ) annesiyle birlikte yaşayan, bütün hayatını baleye adamış, çok disipinli ve kuralları olan bir dansçıdır. Tek hayatı her gün evden çıkıp, işine gitmek, geç saatlere kadar bale yaptıktan sonra evine dönmektir. Annesi hayatındaki tek arkadaşıdır. Dans ettiği yer, sezonu Tchaikovsky’nin ünlü Kuğu Gölü Balesi ile açacaktır ve bunun için dansçı seçmeleri vardır. Nina, yıllardan beri çok fazla çalıştığı ve çok emek verdiğinden, artık başrolü oynamanın vakti geldiğine inanmaktadır. Nitekim, patronları Thomas ( Vince Cassel ) Kraliçe Kuğu rolünü Nina’ya verir.

Fakat bu rol üstesinden gelmesi kolay olan bir rol değildir. Çünkü Nina Kraliçe Kuğu olarak hem beyaz, hem de onun şeytani ikiz kardeşi siyah kuğuyu canlandırmak zorundadır. Beyaz Kuğu’da hiç bir problem yaşamamaktadır. Çünkü zaten Beyaz Kuğu kendi hayatını anlatmaktadır. Zarif, narin, kırılgan bir danstır, aynı Nina’nın hayatı gibi. Fakat Siyah Kuğu çok daha şeytani, ölümcül, şehvetli bir dansı temsil etmektedir.

Nina, Siyah Kuğu için çok çalışıyordur ve bir zaman sonra sanrılar, halisülasyonlar, korkunç deneyimler yaşamaya başlar. Yaşadığı şeylerin ne olduğunu kestiremezken, bir de kendi rolüne rakip olan dansçı bir kız çıkar işin içinden, Lilly ( Mila Kunis ). Lilly, kesinlikle bir Siyah Kuğu’dur. Onun şeytaniliğine sahip bir kadındır ve gittikçe Nina’yı da kendi yaşadığı hayat tarzına sürüklemeye başlar.

Nina, neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kestiremezken, etrafındaki rakipleri onu oyun dışı bırakmaya çalışırken, tüm bunlardan kurtulup, hayallerinin rolü olan Kraliçe Kuğu olabilecek midir?

Film, psikolojik gerilim tarzı ve Natalie Portman gerçekten oyunculuğunu konuşturmuş, harikalar yaratmış. Bir balerinin yaşadıklarını anlattığı için film boyunca çok fazla bale izliyoruz tabi ki, bu seyirciyi biraz sıkıyor mu acaba diye düşünmeyin, çünkü araya o kadar ustaca serpiştirmiş ki yönetmen Darren Aronofsky sıkmıyor izlerken. Ayrıca filmde Natalie Portman’ın Mila Kunis ile lezbiyen sahneleri ve masturbasyon sahneleri var ki gerçekten çok cesurca ve insanı hiç beklemediği bir anda vuruyor.

Natalie Portman İsrail doğumlu, İsrail-Amerikan vatandaşı bir oyuncudur ve ailesi bu sahneleri oldukça eleştirmiş, Natalie’ye kızmış diye okudum. Ama bence kesinlikle her sahneyi hakkıyla oynamış. Altın Küre’de “en iyi kadın oyuncu” ödülünü aldı, benden söylemesi Akademi Ödülleri ve Bafta Ödüllerinde’de aynı şekilde “ en iyi kadın oyuncu” ödülünü alacaktır.

Filmin müzikleri de, o kadar güzel bir senkron yaratmış ki, izlerken kendine doğru çekiyor sizi ve filmle bütünleşiyorsunuz.

Winona Ryder’a da emekliye ayrılan dansçı Beth rolü ile küçük bir yer ayırmışlar ama bence çok zorlama ve gereksiz bir seçim olmuş Winona Ryder. Rol küçük de olsa, Nina’nın hayatını derinden etkileyen bir kadın olması neticesi belki böyle bir seçim yaptılar ama bence Winona Ryder fazlasıyla çirkindi. Fakat hastanede kendine yaptığı şeyler, gerçekten beni çok ürküttü.

Netice itibariyle, izlemenizi kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film. Bir kadının, işinde en iyi olma isteği ve hırslarının neticesinde nasıl hayatını zindana çevirdiği, korkularıyla savaşmaya çalırşırken çoğu zaman kendi kaybettiğini anlatan, çok başarılı bir film.





24 Ocak 2011 Pazartesi

30 Ocak'ta www.kosekapmaca.net sitesinde yazılarım yayınlanmaya başlayacaak! :)

17 Ocak 2011 Pazartesi

68. Altın Küre Ödülleri



Bildiğiniz üzere dün gece Cnbc-e den izlediğimiz 68. Altın Küre Ödülleri, sahiplerini buldu. Beverly Hills, California'da Hilton Oteli'nde gerçekleştirilen geceye, Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'in hayatını anlatan, "The Social Network" isimli film damgasını vurdu. Ama işte bu damga vurma olayı benim biraz garibime gitti açıkcası. En iyi yönetmen, en iyi yapım, en iyi beste ve en iyi senaryo olmak üzere 4 dalda ödülleri topladı Sosyal Ağ. Ama mesela, en iyi senaryo dalında rakiplerinden bir tanesi The Inception - Başlangıç-'ın yazarı Christopher Nolan'dı. Başlangıç gibi zeka örneği bir senaryoya ödül gelmezken, bir biyografi senaryosuna nasıl en iyi senaryo ödülü verebildiler, bana pek anlamlı gelmedi. Ama en iyi yönetmen ödülünü alırken, göğsünü gere gere aldı, sonuçta David Fincher çekti :)

En iyi erkek oyuncu ödülünü The King's Speech filmindeki rolüyle Colin Firth aldı ki, bu zaten bekleniyordu. The King's Speech filmi de yakında sitemizde yer alacak.

En iyi kadın oyuncu ödülü, günlerdir yırtındığım, eğer olmazsa, tüm ödüller iptal edilsin arkadaşım! diye kendi kendime kızdığım, muhteşem oyunculuğu ile herkesi kendine hayran bırakan, benim film boyunca ağzım açık izlememe sebep olan, Natalie Portman, Black Swan - Siyah Kuğu - filmi ile aldı. İzlemeniz ısrarla tavsiye edilir :)




Bunun yanında en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü, "The Fighter" filmindeki rolüyle, Christian Bale aldı. - Yakışır !

En iyi yardımcı kadın ödülünü ise, yine aynı filmdeki rolüyle Melissa Leo kazandı.

Komedi dalında en iyi film ödülü, "The Kids Are All Right" filmine giderken, bu alandaki en iyi erkek oyuncu ödülüne "Barney's Version" filmindeki oyunculuğuyla Paul Giamatti, en iyi kadın oyuncu ödülüne "The Kids Are Allright" filmindeki rolüyle "Annette Bening sahip oldu.

En iyi animasyon filmini, "Toy Story 3" - Oyuncak Hikayesi 3 aldı. Kesinlikle hak ettiğini düşünüyorum! :)

En iyi yabancı film ödülünü Danimarka aldı, "In a Better World" isimli bir filmle.

Son olarak da, en iyi orjinal film müziği, ‘‘You Haven‘t Seen the Last of Me‘‘ filminde yazdığı parçayla Diane Warren'a gitti. Filmimiz ise, "Burlesque

Drama dizisi dalında en iyi kadın ve erkek oyuncular da şöyle oldu,
Steve Buscemi - Boardwalk Empire dizisi ile en iyi erkek oyuncu ödülünü,
Katey Segal - Sons of Anarchy dizisi ile en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldü.

En iyi drama dizisi ödülünü de, Boardwalk Empire dizisi aldı.

Komedi - Müzikal dalında en iyi dizi ödülü Glee dizisine gitti kii bence de hak etti kendileri :)

Komedi - Müzikal dalında en iyi kadın oyuncu ödülü, The Big C dizisi ile Laura Linney'e giderken, en iyi erkek oyuncu ödülü ise, The Big Bang Theory'nin komik dehası Shelton'a, Jim Parsons'a gitti :)

Dizilerde en iyi yardımcı erkek ve yardımcı kadın ödülleri Glee dizisinin yıldızları, Chris Golfer ve Jane Lynch'e gitti.

En iyi mini dizi : Carlos

Mini dizi dalında en iyi erkek oyuncu You Don't Know Jack filmi ile, Al Pacino'nun oldu. Al Pacino ödülü almaya çıktı, herkese teşekkürlerlerini ilettikten sonra, çocuklarına ve kız arkadaşına teşekkür etti. Ah dedim amca, sen nasıl bir karizmasın :)

En iyi kadın oyuncu ödülünü ise, Temple Grandin mini dizisindeki rolü ile, Claire Danes aldı.
Temple Grandin gerçekten su gibi ödül toplayan bir proje oldu. Temple Grandin kadar önemli bir kadının hayatını filme almak gerçekten yapılan en iyi işlerden birisi olmuş. Bütün ödül törenlerinde Temple Grandin'in de orada, onların yanında olduğunu görebilirsiniz. Her seferinde kadroyu yalnız bırakmıyor, onları desteklemeye devam ediyor. Şu linkten Temple Grandin'in yaptığı olağanüstü işlerden ve Otizm hakkında bilgi edinebilirsiniz, edinmelisiniz:)



  • Eveet, bütün ödüllerimiz bu kadar :)

  • Birazda geceden bahsedelim, en azından benim izlediklerimden aktarayım biraz size.

  • Robert Downey Jr, çıktı bir ara, ödül vermek için. Nasıl bir karizması bir ukalalığı var, tahmin edemezsiniz :) Aday tüm oyuncuların kendisiyle bir şeyler yaşadığını iddia edip salondakileri güldürdü falan, gözünde gözlükler, elleri cebinde, aaah! dedirtti salondaki kadınlara, eminim ki! :) - Keşke hepinize verebilsem, yani şey, ödülü verebilsem. Tam burada, bu salonda, eşimin önünde, ödülü verebilsem! tarzında konuşarak Angelina Jolie'yi, Emma Watson'u falan bayağı güldürdü :)

  • The Tourist adaylığı da vardı. Bence gereksiz bir adaylıktı. Zira, ödül de alamadı. Ama Angelina Jolie - Brad Pitt çifti ve Johnny Depp oturuyorlardı salonda :)

  • Helena Bonhem Carter, The King's Speech'deki rolü ile oradaydı vee tüm güzelliğiyle oturuyordu.

  • Bir de, jüri üyesi olan Robert De Niro , hayat boyu başarı ödülü aldı.

  • Nicole Kidman - Keith Urban çifti bir masada, arkalarında Bruce Wills, yan masada Megan Fox, arkada Eva Longaria oturuyor, baya harika bir ortamdı, insan çok kıskanıyor!! :)
  • Neyse, Oscar'ın habercisi sayılan Altın Küre Ödülleri bu şekilde sahiplerini buldu dün gece. Oscar Ödülleri adayları da, 25 Ocak'ta açıklanacak ve 27 Ocak'ta sahiplerini bulacak. Onların da kritiğini yaparız burada :)

16 Ocak 2011 Pazar

The Graduate



Liseden henüz mezun olmuş genç Benjamin, yaz tatili için ailesinin yanına dönmüştür. Okuldaki üstün başarısı ve eve dönüşü sebebiyle ailesi tüm tanıdıkları toplayıp evde bir parti yapmaktadır. Fakat Benjamin bu partiden oldukça rahatsız, bir an önce sessizliğe gömülmeyi beklerken, babasının patronun güzel eşi bayan Robinson kendisini eve bırakmasını rica eder. Eve geldiklerinde içeri girmesini isteyen bayan Robinson'u kıramayan Ben, bunu da kabul eder fakat işler gittikçe çığırından çıkar. Güzel bayan Robinson Benjamin'e kendisine istediği zaman sahip olabileceğini söylemektedir. Benjamin bir yandan bunun şokundayken, bir yandan da ailesinin Robinsonların kızı Elanie ile görüşmesi için ısrar etmesi Benjamin'in tüm hayatını bir anda değiştirecektir!




Filmimiz 1967 yapımı ve gencecik bir Dustin Hoffman oynuyor! :) Aslında bu filmde oynarken tam 30 yaşındaymış fakat 18yaşında bir delikanlıyı canlandırıyor ve emin olun bu işi çok güzel yapmış. Ben izlerken o kadar çok eğlendim ki, tahmin bile edemezsiniz. Dustin Hoffman gerçekten inanılmaz yetenekli, mimiklerini harika kullanabilen ve mükemmel diksiyona sahip bir oyuncu. Tek kelimeyle hayran kaldım.. Ayrıca siyah beyaz değil, gayet renkli bir film. Eski diye bir köşeye atmayın sakın. Gerçekten izlerken çok eğleneceğinize garanti veriyorum. İyi seyirler!


Burada da trailerımız :)

14 Ocak 2011 Cuma

Biutiful


Javier Bardem, çok beğendiğim oyunculardan bir tanesi. Bu yüzden Biutiful'u henüz izlememiş olsam da, bloguma koymak istedim. Film ülkemizde 28 Ocak'ta vizyona girecek.
Film sağlam bir şeye benziyor, yönetmeni Paramparça aşklar ve köpekler, Babil ve 21 gram'ın yönetmeni olan Alejandro González Iñárritu. Oscar ödüllü Javier Bardem'i de görünce, merakımı arrtıran bir film oldu.
Okuduklarıma göre, filmimizin konusu, Uxbal( Javier Bardem) yaptığı yasa dışı işler yüzünden başı sık sık polisle derde giren bir, ailesini geçindirmek için böylesine tehlikeli işlere girişmek zorunda kalan, çaresiz, yalnız, sorunları olan ama sadık ve sorumlu bir baba. Barcelona'da geçen hikaye de, Uxbal'ın ailesini hayatta tutmak için çabalarını, Barcelona'nın karanlık sokaklarında yaşadığı heyecanlı hikayesine şahit olacağız.

Konusu çok fazla çekici gelmese de bana, güzel bir şeyler çıkarıp çıkarmadıklarını merak ettiğimden izleyeceğim bir film.
Bu da, trailerımız:

Ask the dust


1933'ün Los Angeles'ında bir yazarın( Collin Farell) kendini bulma ve yazarlığını geliştirme çabası ve Meksikan güzeli bir garson kadının(Salma Hayek) hayatını geçindirme çabası ile yollarının kesişmesi ve ortaya çıkan arzulu,ihtiraslı,zıt kutuplu değişik bir aşk hikayesi.

Collin Farell'da Salma Hayek'de bu filmde kendileri hakkındaki düşüncelerimi bayağı değiştirdi. Salma Hayek'in o bozuk, aksanlı İngilizcesi, Collin Farell'ın kendine has tavırları ve bakışları, filme çok güzel renk katmışlar. Ama oyuncuların iyi olması, filmin genel anlamda yavaş tempolu, bazen, "of çok uzatmışlar" " gereksiz bir detay" "sıktı abi" dedirtebilen yerlerini kapatamamış. Bunlara katlanabilirim diyorsanız, sonu şaşırtıcı bir derece oldu bittiye getirilmiş olup, adam akıllı açıklama gelmese de izlenmeyecek bir film değil.

Ah bir de Salma Hayek'in film boyunca o kadar cesur sahneleri var ki, izlerken insanı cidden afallatıyor :)

bu da trailerımız :

Hot Tube Time Machine

Filmimiz, 3 yakın arkadaşın yıllar içinde birbirlerinden uzaklaşıp, yıllar sonra 2010 yılında tekrar bir araya gelip, eskiden yaptıkları şeyleri yapmaya karar vermeleriyle başlıyor. Gençken her zaman gittikleri, otele gidip aynı odalarını kiralıyorlar ve akşam arka bahçedeki jakuziye girip çılgınlarcasına içiyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar. Fakat sabah oduğunda, hiç bir şey bir önceki gece bıraktıkları gibi olmuyor.. Bir fark ediyorlar ki, yıl 1986.. Bir gece de tam 24 yıl geriye gidiyorlar ve bu konuda ne yapacaklarına dair hiç bir fikirleri yok!
John Cusack'ın başrolde yer aldığı film, gerçekten güzel bir komedi. Özellikle filmin sonunda, en sonunda o kadar çok güldüm ki, spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum. :)
İyi eğlenceler.

Burada da, trailerımız:



Salt



Güzeller güzeli bir CIA ajanı olan Evelyn Salt, bir gün sorguya getirilen bir adam tarafından Rus ajanı olduğuna dair suçlanınca, Salt'ın tüm hayatı değişir. Acaba Salt gerçekten bir Rus ajanı mıdır, yoksa tüm hayatını ülkesine hizmet etmeye adamış bir CIA ajanı mı?

Bence Angelina Jolie tamamen bu tür aksiyon, kovalamaca filmleri için var olmuş bir kadın. Bu rollerdeki yeteneğinin üzerine bir de dişiliğini koyunca, filmleri genelde tadından yenmiyor.
Filme bakarsak, genel anlamda Angelina Jolie'nin kaçış sahneleri biraz abartılmış. Tamam, kabul ediyorum fazlasıyla abartılmış. Ama yine de insan o heyecandan kendini alıkoyamıyor.
Bence, güzel bir konusu olan, oldukça sürükleyici bir film.

Burda da, trailer:

Prince of Persia - The Sands of time





Sözlerime öncelikle, Jake Gyllenhaal'ın oyunculuğunu ne kadar beğendiğimi ve oynadığı her rolün üstesinden fazlasıyla iyi geldiğini düşündüğümü söyleyerek başlamak istiyorum. Prince of Persia, nam-e değer Pers Prensi küçüklüğümde bir ara baya oynadığım, çok sağlam bir bilgisayar oyunuydu. Daha sonra Hollywood, "biz bunu neden film yapmıyoruz yeaa", diyerek çok akıllıca bir iş yapıp, oyunu filme çevirdiler. Tomb Raider gibi, Prince of Persia 'da önce oyunu olan, sonra filme uyarlanmış bir yapıttır.

Filmimiz, Pers Hükümdarlığında geçiyor. Yakışıklı ve cesur bir Pers Prensi olan Prens Dastan, istemeden de olsa, kendini sıra dışı ve gizemli bir hançerin korunması görevinde buluyor ve bu görevde kendisine bir de prenses eşlik ediyor. Hançeri koruyamazlarsa, hançerin lanetine göre, tanrılar dünyanın sonunu getirecektir. Bu yüzden bazen komik, bazen heyecanlı, bazen ateşli ama genel anlamda temponun hiç düşmediği bir macerada buluyorlar kendilerini. İzlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Hele de oyununu oynayanlar, karakterleri nasıl benzettiklerini gördüklerinde, oldukça şaşıracaklar:)

bir de yakışıklı prensimizden küçük bir fotoğraf :)

Burada da huzurlarınızda, filmin trailerı :

Vicdan Azabı

Selamlar. Vicdan Azabı diyerek başlamak istiyorum sözlerime. Çünkü çok uzun zamandan beri zamanım yok yalanı altında sevgili küçük sitemi ihmal ettim ve onunla ilgilenmeyi reddettim. Hadi bunları yaptım, maillerime neden bakmıyorum?? Kaç tane yazarlık teklifi, kaç tane gala daveti kaçırdığımı tahmin edemezsiniz. O kadar pişmanım ki şu anda bunlardan dolayı. Umarım toplarlayabilirim durumları. Benim her vazgeçişimde, bir kez daha bana bu kadar güç veren mailleri gördükçe artık adam akıllı bir şeyler yapmanın zamanı geldiğini kendime bir kez daha söyledim ve bu sefer kesin olarak bu dediğimi gerçekleştirmezsem, sitemi de olduğu gibi kapatıp Honolulu'ya yerleşmeyi düşünüyorum!
Haydi başlayalım o zaman.