31 Ocak 2009 Cumartesi

Passengers


Acemi Prenses'te izlediğimiz güzelimiz Anne Hattaway artık genç bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Passengers, yani yolcular filmi aslında gerilim diye geçmiş kayıtlara fakat ben hiç gerilim kavramına sokulacak bir şey bulamadım. Daha çok psikolojik bir film. Bir uçak kazasından sağ kurtulan 6 yolcunun psikolojisini düzeltme görevini Hattaway'a veriyorlar ve o da seanslara başlıyor. Fakat yolculardan Eric(Patrick Wilson) seansları reddedip evde seans yapmalarını istiyor. Sıradışı bir hasta olan Eric, Hattaway'a çok ilginç anlar yaşatıyor ve en sonunda doktorluğun etik kurallarını bir kenara atıp, hastasıyla ilişkiye başlayan Claire Summers bir yandan da kendi içinde çatışmalar yaşamaktadır. Aslında psikoloğumuz Hattaway'in aslında çok farklı bir yolculukta olduğunu farkedince gerçekten çok şaşıracaksınız. Şahsen, olayları anladığım zaman, ''hadi beeeeeeeeeeeeeeee'' dedim ve ağzım açık kaldı. Temposu bazı yerlerde yavaşlayan film, başladığı kadar hızlı gelişmese de en sonu olayı toparlıyor.

Alacakaranlık | Twilight


Vampirler, oldum olası en çok ilgimi çeken -hatta tek bile diyebiliriz - fantastik karakterlerdir. Vampirlerle ilgili filmler olsun kitaplar olsun çoğunu izlemişimdir/okumuşumdur. Hala da öyle devam eder. Fazla çekici geliyor vampirler bana ve karşımızda da harika, aşk kokan bir vampir filmi var, Twilight nam-ı değer Alacakaranlık. Stephanie Meyer isimli süper hatun tarafından kaleme alınan Alacakaranlık, bu sene de beyaz perdeye aktarıldı. Yazar kitabı seri haline getirip, Yeni ay ve Tutulma'yı da okuyucuların beğenisine sunarken, 4. kitabı da şu anda yazmaktaymış.
Filme gelince, Cullen ailesi Washington'un Forks kasabasında yaşayan büyük bir ailedir. Phoneix'te annesi ile yaşayan Bella'da Forks'a babasının yanına taşınmak zorunda kalmıştır. Okulun ilk günü Cullen'lar gözüne çarpar fakat Bella tüm okulun gözüne çarpmıştır. Biyoloji dersinde sadece Edward Cullen'ın yanında boş koltuk olduğundan oraya oturan Bella, Edward'ın hiç de arkadaş canlısı olmayan tavrı ile karışlaşır. Zamanla gelişen olaylar, Cullenların aslında vampir olduğunu fakat sadece hayvan avlayan bir tür olduklarını açığa çıkartır. Edward vampir bile olsa, Bella ona geri dönüşü olmayacak şekilde aşık olmuştur ve bu aşkın karşılığını almadan da Edward'ın peşini bırakacak gibi değildir.. Kitap ile neredeyse birebir örtüşmüş bence film. Arada tabi ki bazı yerleri atmış, bazı yerlere de ekleme yapmışlar ama en azından benim hayalimde canlandırdığım her şey beni şaşırtmadan filmde karşıma çıktı. Eğer vampir filmleri ilginizi çekiyorsa, izlemenizi tavsiye ederim.Van Helsing kadar heyecanı,adrenalini kesinlikle beklemeyin ama hem eğlenceli hem heyecanlı güzel bir film izleyeceğinizi söyleyebilirim.

A walk to remember


Love is like the wind. You can not see it but you can feel it..
Zaten içinde geçen şu cümle ile 1-0 önde başlıyor film benim için .) Filmimiz 2002 çıkışlı, o zamanlar Mandy Moore'nin küçücük olduğunu görüyoruz. Aslında genel olarak bakarsak, gayet klasik bir hikayesi var. Küçük bir kasaba da ilkokuldan beri aynı okulda olan Jamie ve Landon birbirlerinden hiç haz etmezler. Landon okulun en popüler çocuğu, Jamie ise bir o kadar içine kapanık biridir. Fakat okulun drama kulübünde yer alır, kilise korosunda şarkı söyler. Babası da kasabanın pederidir. Bir gün Landon'un aldığı bir ceza sonucu Jamie'ye işi düşer ve işler gelişmeye başlar. Landon'un farkında olmadığı tek şey, ''sıkıcı,asosyal,mutasıp'' Jamie'ye gittikçe aşık olmasıdır.. Tabi ki demirbaşlardan olan soundtrackler de filmden derinden etkilenmemize sebep oluyor . Özellikle Landon araba da yalnız başına gözü yaşlı olarak giderken bir anda giren Switchfoot - You şarkısı filmde gözyaşlarımı ilk kez akıttığım sahne olmuştu. Ah, evet bu filmde çok gözyaşı döktüm. Eminim siz de dökeceksiniz :) İzlemeye değer bir aşk filmi.

The Curious Case of Benjamin Button


Harika konulu bir filmimiz var elimizde. Türkçe karşılığı
''Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi''. Evet, yukarıdaki fotoğrafta bulunan insan eminim pek de yabancı gelmiyordur. Kendisi Brad Pitt. ''Yaşlı'' halde dünyaya gelen Benjamin Button, büyüdükçe gençleşiyor filmde. Normal insan hayatının tam tersini yaşıyor anlayacağınız. 6-7 yaşlarındayken bir büyükbabayı andırıyor, fakat yaşı büyüdükçe, görünüşü küçülüyor ve bildiğimiz yakışıklı Brad Pitt'e dönüyor. Tabi iş böyle olunca filmde boyut değiştiriyor. Filmde Pitt'e Yüzüklerin Efendisi'nin Galadriel'i yani Cate Blanchett eşlik ediyor.Bence çok ilgi çekici bir film olmuş. Henüz izleme fırsatı bulamadım, fakat bir sorun çıkmazsa yarın izleyeceğim. Bu arada ülkemizde 6 Şubat 2009'da vizyona girecek. İzledikten sonra, bakalım reklamını yaptığıma değecek mi göreceğiz .)

Sinema Aşkı

İşler yolunda giderse, bir sene içinde mutfağına da iyice gireceğim sinema, televizyon hakkında bir blog oluşturmak ve izlediğim filmler hakkında fikirlerimi yazmaktır buradaki amacım. Film izlemek benim için bir hobi olmayı aşalı çok uzun zaman oldu. Sadece ''zaman geçirmek için'' film izlemek değil artık olay. Filmin içindeki her şey ile ilgileniyorum.. Belki hiç birinizin farketmediği figüranların Türkiye'de o işi 25ytl'den yaptığını biliyor musunuz ? Üstelik saatler öncesinden sete çağırılıp, işi bittiği halde saatler sonra gönderiliyorlar. ( evet, yaptım oradan biliyorum ben de.) Ülkemizde, çalışan insana ne kadar değer veriliyor orası tartışılır ama televizyon ve sinema sektöründe eğer ekipte ya da filmde diyaloglu olarak rol almıyorsanız emin olun hiç bir değeriniz yok. ''İnsana değer'' diye bir kavram yok. Diğer oyuncalara olan saygı da zaten tamamen yapmacık bir şey. Halbuki insanlar çekecekleri filmleri nefretle, öfkeyle değilde, işin zevkine varararak çekse, eminim filmlerin kalitesi bile yükselir. Mesela Fatih Aksoy'dan setteki ekip çok çekinir. Çünkü çok çabuk sinirlenip, aşırı parlayan bir insan sette. Bu onun disiplini mi, doğru mu yanlış mı eminim ki hepimizden farklı görüşler çıkar bu konuda ama pek de hümanist bir insan olmadığım halde, adam gibi muamele görmek herkesin hakkıdır. Çünkü kimse kimseden üstün değildir. Bunun yanında, Aşk Tutulması filminin yönetmeni Murat Şeker sette o kadar eğlenceli ki. Belki de bu tamamen kişinin ekibiyle olan samimiyetiyle alakalı olan bir şey ama o sette de herkes gayet disipli olduğu halde aynı zamanda da ilişkileri gayet sıcak. Mesela Sultan ahmet'te tarihi bir restorantta yapılan çekimde, masada oturan figürasyonun yeterince gülmediğini görünce, '' abi bu gecenin sonunda 300 Ytl girecek götüne, bırak bari verdiğin paraya değsin gül, eğlen '' diyerek hem FGR(figürasyon)'ye ne yapması gerektiğini söylemiş, hem de yorgun düşmüş seti güldürmüş, moralleri yükseltmişti. Anlatmak istediğim şey anlaşılmıştır sanıyorum. Ben istediğim bölümden mezun olduğumda, eğer bir gün yönetmenlik yapmaya karar verirsem, o zaman bu dediklerimi teoride değilde, pratik de açıkca görürsünüz zaten :)
Hadi artık filmlere geçelim :)