31 Ocak 2011 Pazartesi

Siyah Kuğu




www.kosekapmaca.net'in açılışıyla birlikte yayımlanan ilk yazılardan bir tanesi de, benim Siyah Kuğu hakkındaki yorumlarım oldu :) Önce orada paylaştıktan sonra, şimdi de kendi sitemizde paylaşıyorum..


Altın Küre Ödülleri’nde başrol oyuncusu Natalie Portman’a “ en iyi kadın oyuncu “ ödülü kazandıran film gerçekten büyük başarı kokan bir hikaye.

Nina Sayers ( Natalie Portman ) annesiyle birlikte yaşayan, bütün hayatını baleye adamış, çok disipinli ve kuralları olan bir dansçıdır. Tek hayatı her gün evden çıkıp, işine gitmek, geç saatlere kadar bale yaptıktan sonra evine dönmektir. Annesi hayatındaki tek arkadaşıdır. Dans ettiği yer, sezonu Tchaikovsky’nin ünlü Kuğu Gölü Balesi ile açacaktır ve bunun için dansçı seçmeleri vardır. Nina, yıllardan beri çok fazla çalıştığı ve çok emek verdiğinden, artık başrolü oynamanın vakti geldiğine inanmaktadır. Nitekim, patronları Thomas ( Vince Cassel ) Kraliçe Kuğu rolünü Nina’ya verir.

Fakat bu rol üstesinden gelmesi kolay olan bir rol değildir. Çünkü Nina Kraliçe Kuğu olarak hem beyaz, hem de onun şeytani ikiz kardeşi siyah kuğuyu canlandırmak zorundadır. Beyaz Kuğu’da hiç bir problem yaşamamaktadır. Çünkü zaten Beyaz Kuğu kendi hayatını anlatmaktadır. Zarif, narin, kırılgan bir danstır, aynı Nina’nın hayatı gibi. Fakat Siyah Kuğu çok daha şeytani, ölümcül, şehvetli bir dansı temsil etmektedir.

Nina, Siyah Kuğu için çok çalışıyordur ve bir zaman sonra sanrılar, halisülasyonlar, korkunç deneyimler yaşamaya başlar. Yaşadığı şeylerin ne olduğunu kestiremezken, bir de kendi rolüne rakip olan dansçı bir kız çıkar işin içinden, Lilly ( Mila Kunis ). Lilly, kesinlikle bir Siyah Kuğu’dur. Onun şeytaniliğine sahip bir kadındır ve gittikçe Nina’yı da kendi yaşadığı hayat tarzına sürüklemeye başlar.

Nina, neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kestiremezken, etrafındaki rakipleri onu oyun dışı bırakmaya çalışırken, tüm bunlardan kurtulup, hayallerinin rolü olan Kraliçe Kuğu olabilecek midir?

Film, psikolojik gerilim tarzı ve Natalie Portman gerçekten oyunculuğunu konuşturmuş, harikalar yaratmış. Bir balerinin yaşadıklarını anlattığı için film boyunca çok fazla bale izliyoruz tabi ki, bu seyirciyi biraz sıkıyor mu acaba diye düşünmeyin, çünkü araya o kadar ustaca serpiştirmiş ki yönetmen Darren Aronofsky sıkmıyor izlerken. Ayrıca filmde Natalie Portman’ın Mila Kunis ile lezbiyen sahneleri ve masturbasyon sahneleri var ki gerçekten çok cesurca ve insanı hiç beklemediği bir anda vuruyor.

Natalie Portman İsrail doğumlu, İsrail-Amerikan vatandaşı bir oyuncudur ve ailesi bu sahneleri oldukça eleştirmiş, Natalie’ye kızmış diye okudum. Ama bence kesinlikle her sahneyi hakkıyla oynamış. Altın Küre’de “en iyi kadın oyuncu” ödülünü aldı, benden söylemesi Akademi Ödülleri ve Bafta Ödüllerinde’de aynı şekilde “ en iyi kadın oyuncu” ödülünü alacaktır.

Filmin müzikleri de, o kadar güzel bir senkron yaratmış ki, izlerken kendine doğru çekiyor sizi ve filmle bütünleşiyorsunuz.

Winona Ryder’a da emekliye ayrılan dansçı Beth rolü ile küçük bir yer ayırmışlar ama bence çok zorlama ve gereksiz bir seçim olmuş Winona Ryder. Rol küçük de olsa, Nina’nın hayatını derinden etkileyen bir kadın olması neticesi belki böyle bir seçim yaptılar ama bence Winona Ryder fazlasıyla çirkindi. Fakat hastanede kendine yaptığı şeyler, gerçekten beni çok ürküttü.

Netice itibariyle, izlemenizi kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film. Bir kadının, işinde en iyi olma isteği ve hırslarının neticesinde nasıl hayatını zindana çevirdiği, korkularıyla savaşmaya çalırşırken çoğu zaman kendi kaybettiğini anlatan, çok başarılı bir film.





24 Ocak 2011 Pazartesi

30 Ocak'ta www.kosekapmaca.net sitesinde yazılarım yayınlanmaya başlayacaak! :)

17 Ocak 2011 Pazartesi

68. Altın Küre Ödülleri



Bildiğiniz üzere dün gece Cnbc-e den izlediğimiz 68. Altın Küre Ödülleri, sahiplerini buldu. Beverly Hills, California'da Hilton Oteli'nde gerçekleştirilen geceye, Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'in hayatını anlatan, "The Social Network" isimli film damgasını vurdu. Ama işte bu damga vurma olayı benim biraz garibime gitti açıkcası. En iyi yönetmen, en iyi yapım, en iyi beste ve en iyi senaryo olmak üzere 4 dalda ödülleri topladı Sosyal Ağ. Ama mesela, en iyi senaryo dalında rakiplerinden bir tanesi The Inception - Başlangıç-'ın yazarı Christopher Nolan'dı. Başlangıç gibi zeka örneği bir senaryoya ödül gelmezken, bir biyografi senaryosuna nasıl en iyi senaryo ödülü verebildiler, bana pek anlamlı gelmedi. Ama en iyi yönetmen ödülünü alırken, göğsünü gere gere aldı, sonuçta David Fincher çekti :)

En iyi erkek oyuncu ödülünü The King's Speech filmindeki rolüyle Colin Firth aldı ki, bu zaten bekleniyordu. The King's Speech filmi de yakında sitemizde yer alacak.

En iyi kadın oyuncu ödülü, günlerdir yırtındığım, eğer olmazsa, tüm ödüller iptal edilsin arkadaşım! diye kendi kendime kızdığım, muhteşem oyunculuğu ile herkesi kendine hayran bırakan, benim film boyunca ağzım açık izlememe sebep olan, Natalie Portman, Black Swan - Siyah Kuğu - filmi ile aldı. İzlemeniz ısrarla tavsiye edilir :)




Bunun yanında en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü, "The Fighter" filmindeki rolüyle, Christian Bale aldı. - Yakışır !

En iyi yardımcı kadın ödülünü ise, yine aynı filmdeki rolüyle Melissa Leo kazandı.

Komedi dalında en iyi film ödülü, "The Kids Are All Right" filmine giderken, bu alandaki en iyi erkek oyuncu ödülüne "Barney's Version" filmindeki oyunculuğuyla Paul Giamatti, en iyi kadın oyuncu ödülüne "The Kids Are Allright" filmindeki rolüyle "Annette Bening sahip oldu.

En iyi animasyon filmini, "Toy Story 3" - Oyuncak Hikayesi 3 aldı. Kesinlikle hak ettiğini düşünüyorum! :)

En iyi yabancı film ödülünü Danimarka aldı, "In a Better World" isimli bir filmle.

Son olarak da, en iyi orjinal film müziği, ‘‘You Haven‘t Seen the Last of Me‘‘ filminde yazdığı parçayla Diane Warren'a gitti. Filmimiz ise, "Burlesque

Drama dizisi dalında en iyi kadın ve erkek oyuncular da şöyle oldu,
Steve Buscemi - Boardwalk Empire dizisi ile en iyi erkek oyuncu ödülünü,
Katey Segal - Sons of Anarchy dizisi ile en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldü.

En iyi drama dizisi ödülünü de, Boardwalk Empire dizisi aldı.

Komedi - Müzikal dalında en iyi dizi ödülü Glee dizisine gitti kii bence de hak etti kendileri :)

Komedi - Müzikal dalında en iyi kadın oyuncu ödülü, The Big C dizisi ile Laura Linney'e giderken, en iyi erkek oyuncu ödülü ise, The Big Bang Theory'nin komik dehası Shelton'a, Jim Parsons'a gitti :)

Dizilerde en iyi yardımcı erkek ve yardımcı kadın ödülleri Glee dizisinin yıldızları, Chris Golfer ve Jane Lynch'e gitti.

En iyi mini dizi : Carlos

Mini dizi dalında en iyi erkek oyuncu You Don't Know Jack filmi ile, Al Pacino'nun oldu. Al Pacino ödülü almaya çıktı, herkese teşekkürlerlerini ilettikten sonra, çocuklarına ve kız arkadaşına teşekkür etti. Ah dedim amca, sen nasıl bir karizmasın :)

En iyi kadın oyuncu ödülünü ise, Temple Grandin mini dizisindeki rolü ile, Claire Danes aldı.
Temple Grandin gerçekten su gibi ödül toplayan bir proje oldu. Temple Grandin kadar önemli bir kadının hayatını filme almak gerçekten yapılan en iyi işlerden birisi olmuş. Bütün ödül törenlerinde Temple Grandin'in de orada, onların yanında olduğunu görebilirsiniz. Her seferinde kadroyu yalnız bırakmıyor, onları desteklemeye devam ediyor. Şu linkten Temple Grandin'in yaptığı olağanüstü işlerden ve Otizm hakkında bilgi edinebilirsiniz, edinmelisiniz:)



  • Eveet, bütün ödüllerimiz bu kadar :)

  • Birazda geceden bahsedelim, en azından benim izlediklerimden aktarayım biraz size.

  • Robert Downey Jr, çıktı bir ara, ödül vermek için. Nasıl bir karizması bir ukalalığı var, tahmin edemezsiniz :) Aday tüm oyuncuların kendisiyle bir şeyler yaşadığını iddia edip salondakileri güldürdü falan, gözünde gözlükler, elleri cebinde, aaah! dedirtti salondaki kadınlara, eminim ki! :) - Keşke hepinize verebilsem, yani şey, ödülü verebilsem. Tam burada, bu salonda, eşimin önünde, ödülü verebilsem! tarzında konuşarak Angelina Jolie'yi, Emma Watson'u falan bayağı güldürdü :)

  • The Tourist adaylığı da vardı. Bence gereksiz bir adaylıktı. Zira, ödül de alamadı. Ama Angelina Jolie - Brad Pitt çifti ve Johnny Depp oturuyorlardı salonda :)

  • Helena Bonhem Carter, The King's Speech'deki rolü ile oradaydı vee tüm güzelliğiyle oturuyordu.

  • Bir de, jüri üyesi olan Robert De Niro , hayat boyu başarı ödülü aldı.

  • Nicole Kidman - Keith Urban çifti bir masada, arkalarında Bruce Wills, yan masada Megan Fox, arkada Eva Longaria oturuyor, baya harika bir ortamdı, insan çok kıskanıyor!! :)
  • Neyse, Oscar'ın habercisi sayılan Altın Küre Ödülleri bu şekilde sahiplerini buldu dün gece. Oscar Ödülleri adayları da, 25 Ocak'ta açıklanacak ve 27 Ocak'ta sahiplerini bulacak. Onların da kritiğini yaparız burada :)

16 Ocak 2011 Pazar

The Graduate



Liseden henüz mezun olmuş genç Benjamin, yaz tatili için ailesinin yanına dönmüştür. Okuldaki üstün başarısı ve eve dönüşü sebebiyle ailesi tüm tanıdıkları toplayıp evde bir parti yapmaktadır. Fakat Benjamin bu partiden oldukça rahatsız, bir an önce sessizliğe gömülmeyi beklerken, babasının patronun güzel eşi bayan Robinson kendisini eve bırakmasını rica eder. Eve geldiklerinde içeri girmesini isteyen bayan Robinson'u kıramayan Ben, bunu da kabul eder fakat işler gittikçe çığırından çıkar. Güzel bayan Robinson Benjamin'e kendisine istediği zaman sahip olabileceğini söylemektedir. Benjamin bir yandan bunun şokundayken, bir yandan da ailesinin Robinsonların kızı Elanie ile görüşmesi için ısrar etmesi Benjamin'in tüm hayatını bir anda değiştirecektir!




Filmimiz 1967 yapımı ve gencecik bir Dustin Hoffman oynuyor! :) Aslında bu filmde oynarken tam 30 yaşındaymış fakat 18yaşında bir delikanlıyı canlandırıyor ve emin olun bu işi çok güzel yapmış. Ben izlerken o kadar çok eğlendim ki, tahmin bile edemezsiniz. Dustin Hoffman gerçekten inanılmaz yetenekli, mimiklerini harika kullanabilen ve mükemmel diksiyona sahip bir oyuncu. Tek kelimeyle hayran kaldım.. Ayrıca siyah beyaz değil, gayet renkli bir film. Eski diye bir köşeye atmayın sakın. Gerçekten izlerken çok eğleneceğinize garanti veriyorum. İyi seyirler!


Burada da trailerımız :)

14 Ocak 2011 Cuma

Biutiful


Javier Bardem, çok beğendiğim oyunculardan bir tanesi. Bu yüzden Biutiful'u henüz izlememiş olsam da, bloguma koymak istedim. Film ülkemizde 28 Ocak'ta vizyona girecek.
Film sağlam bir şeye benziyor, yönetmeni Paramparça aşklar ve köpekler, Babil ve 21 gram'ın yönetmeni olan Alejandro González Iñárritu. Oscar ödüllü Javier Bardem'i de görünce, merakımı arrtıran bir film oldu.
Okuduklarıma göre, filmimizin konusu, Uxbal( Javier Bardem) yaptığı yasa dışı işler yüzünden başı sık sık polisle derde giren bir, ailesini geçindirmek için böylesine tehlikeli işlere girişmek zorunda kalan, çaresiz, yalnız, sorunları olan ama sadık ve sorumlu bir baba. Barcelona'da geçen hikaye de, Uxbal'ın ailesini hayatta tutmak için çabalarını, Barcelona'nın karanlık sokaklarında yaşadığı heyecanlı hikayesine şahit olacağız.

Konusu çok fazla çekici gelmese de bana, güzel bir şeyler çıkarıp çıkarmadıklarını merak ettiğimden izleyeceğim bir film.
Bu da, trailerımız:

Ask the dust


1933'ün Los Angeles'ında bir yazarın( Collin Farell) kendini bulma ve yazarlığını geliştirme çabası ve Meksikan güzeli bir garson kadının(Salma Hayek) hayatını geçindirme çabası ile yollarının kesişmesi ve ortaya çıkan arzulu,ihtiraslı,zıt kutuplu değişik bir aşk hikayesi.

Collin Farell'da Salma Hayek'de bu filmde kendileri hakkındaki düşüncelerimi bayağı değiştirdi. Salma Hayek'in o bozuk, aksanlı İngilizcesi, Collin Farell'ın kendine has tavırları ve bakışları, filme çok güzel renk katmışlar. Ama oyuncuların iyi olması, filmin genel anlamda yavaş tempolu, bazen, "of çok uzatmışlar" " gereksiz bir detay" "sıktı abi" dedirtebilen yerlerini kapatamamış. Bunlara katlanabilirim diyorsanız, sonu şaşırtıcı bir derece oldu bittiye getirilmiş olup, adam akıllı açıklama gelmese de izlenmeyecek bir film değil.

Ah bir de Salma Hayek'in film boyunca o kadar cesur sahneleri var ki, izlerken insanı cidden afallatıyor :)

bu da trailerımız :

Hot Tube Time Machine

Filmimiz, 3 yakın arkadaşın yıllar içinde birbirlerinden uzaklaşıp, yıllar sonra 2010 yılında tekrar bir araya gelip, eskiden yaptıkları şeyleri yapmaya karar vermeleriyle başlıyor. Gençken her zaman gittikleri, otele gidip aynı odalarını kiralıyorlar ve akşam arka bahçedeki jakuziye girip çılgınlarcasına içiyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar. Fakat sabah oduğunda, hiç bir şey bir önceki gece bıraktıkları gibi olmuyor.. Bir fark ediyorlar ki, yıl 1986.. Bir gece de tam 24 yıl geriye gidiyorlar ve bu konuda ne yapacaklarına dair hiç bir fikirleri yok!
John Cusack'ın başrolde yer aldığı film, gerçekten güzel bir komedi. Özellikle filmin sonunda, en sonunda o kadar çok güldüm ki, spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum. :)
İyi eğlenceler.

Burada da, trailerımız:



Salt



Güzeller güzeli bir CIA ajanı olan Evelyn Salt, bir gün sorguya getirilen bir adam tarafından Rus ajanı olduğuna dair suçlanınca, Salt'ın tüm hayatı değişir. Acaba Salt gerçekten bir Rus ajanı mıdır, yoksa tüm hayatını ülkesine hizmet etmeye adamış bir CIA ajanı mı?

Bence Angelina Jolie tamamen bu tür aksiyon, kovalamaca filmleri için var olmuş bir kadın. Bu rollerdeki yeteneğinin üzerine bir de dişiliğini koyunca, filmleri genelde tadından yenmiyor.
Filme bakarsak, genel anlamda Angelina Jolie'nin kaçış sahneleri biraz abartılmış. Tamam, kabul ediyorum fazlasıyla abartılmış. Ama yine de insan o heyecandan kendini alıkoyamıyor.
Bence, güzel bir konusu olan, oldukça sürükleyici bir film.

Burda da, trailer:

Prince of Persia - The Sands of time





Sözlerime öncelikle, Jake Gyllenhaal'ın oyunculuğunu ne kadar beğendiğimi ve oynadığı her rolün üstesinden fazlasıyla iyi geldiğini düşündüğümü söyleyerek başlamak istiyorum. Prince of Persia, nam-e değer Pers Prensi küçüklüğümde bir ara baya oynadığım, çok sağlam bir bilgisayar oyunuydu. Daha sonra Hollywood, "biz bunu neden film yapmıyoruz yeaa", diyerek çok akıllıca bir iş yapıp, oyunu filme çevirdiler. Tomb Raider gibi, Prince of Persia 'da önce oyunu olan, sonra filme uyarlanmış bir yapıttır.

Filmimiz, Pers Hükümdarlığında geçiyor. Yakışıklı ve cesur bir Pers Prensi olan Prens Dastan, istemeden de olsa, kendini sıra dışı ve gizemli bir hançerin korunması görevinde buluyor ve bu görevde kendisine bir de prenses eşlik ediyor. Hançeri koruyamazlarsa, hançerin lanetine göre, tanrılar dünyanın sonunu getirecektir. Bu yüzden bazen komik, bazen heyecanlı, bazen ateşli ama genel anlamda temponun hiç düşmediği bir macerada buluyorlar kendilerini. İzlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Hele de oyununu oynayanlar, karakterleri nasıl benzettiklerini gördüklerinde, oldukça şaşıracaklar:)

bir de yakışıklı prensimizden küçük bir fotoğraf :)

Burada da huzurlarınızda, filmin trailerı :

Vicdan Azabı

Selamlar. Vicdan Azabı diyerek başlamak istiyorum sözlerime. Çünkü çok uzun zamandan beri zamanım yok yalanı altında sevgili küçük sitemi ihmal ettim ve onunla ilgilenmeyi reddettim. Hadi bunları yaptım, maillerime neden bakmıyorum?? Kaç tane yazarlık teklifi, kaç tane gala daveti kaçırdığımı tahmin edemezsiniz. O kadar pişmanım ki şu anda bunlardan dolayı. Umarım toplarlayabilirim durumları. Benim her vazgeçişimde, bir kez daha bana bu kadar güç veren mailleri gördükçe artık adam akıllı bir şeyler yapmanın zamanı geldiğini kendime bir kez daha söyledim ve bu sefer kesin olarak bu dediğimi gerçekleştirmezsem, sitemi de olduğu gibi kapatıp Honolulu'ya yerleşmeyi düşünüyorum!
Haydi başlayalım o zaman.