
Elimizde çok güzel bir romantik komedi var :)
Bu hafta sizlere “ Somos lo que hay ” Türkçe’ye “Kan Kokusu” olarak çevirilen bir Meksika filminden bahsedeceğim. Filmin konusunun yamyamlık olduğunu öğrenince heyecanla izlemeye başladım ama tam bir fiyasko çıktı.
Bir mağazanın önünde ölü bulunan kimliği belirsiz adamın midesinden bir kadın parmağı çıkar ve iki polis bu dava ile para kazanacaklarını düşünerek peşine düşerler. Ölen adam Alfredo’nun babasıdır ve şimdi evin tüm yükü ona düşmüştür. Ritüelleri tamamlama, avlanma ve beslenme Alfredo’nun görevidir. Bu insan yiyen aile, her gece ava çıkmakta, farklı insanları eve getirip, ritüellerine göre kesmektedir. Fakat babalarının kaybından sonra yaptıkları dikkatsizlik yüzünden, deşifre olmak üzeredirler ve polisin dikkatini üzerlerine çekmişlerdir.
Meksika’lı yönetmenler ve Meksika filmleri beni her seferinde şaşkınlığa uğratıyor. Inarritu’nın filmi olan “Paramparça aşklar ve köpekler” filmini de sevmemiş, bir türlü güzel bir tat alamamıştım. Kan Kokusu’da benim için öyle bir şey oldu, hatta daha kötüsü. Bunun yanında “ Pan’ın Labirenti, Frida “ gibi harika filmleri çekenlerde Meksikalı yönetmenler.
Filmin başı güzel başlasa da, devamında tüm heyecanını kaybedip tansiyonu düşürüyor ve belirli bir süre boyunca tek düze, aile kavgalarını izlediğimiz boş bir şeye dönüşüyor. Ailenin kasvetini göstermek için kullanılan az miktarda ışık insanı rahatsız etmek amacıyla verilmiş olsa da, bence bu rahatsızlık sizi filmden soğutacak dereceye getirince kabak tadı veriyor.
Film hakkında söyleyebileceğim tek iyi şey cast seçiminin çok yerinde yapılmış olmasıdır. Oyuncuları gerçekten çok iyi seçmişler. Mesela anneleri o kadar basit bir kadın ki, resmen bu rol için biçilmiş diyorsunuz. Aynı şekilde evin iki oğlu olan Alfredo ve Julian tam birer serseri, Alfredo annesinin sevgisizliği ve babasının kaybıyla yok olmak üzere olan, Julian ise öfkesini kaba kuvvetle dışarı çıkartan gençler. Aslında söylemek istediğim şey, karakterler o kadar itici ki, sizi bir yandan inandırıyorlar olaylara.
Sonuç olarak, her zaman söylediğim gibi sinema göreceli bir kavramdır ama “ Kan Kokusu” bana göre zaman kaybıdır.
Yola çıktığı ilk günden bu yana sinemaseverlerin ilgisiyle büyüyen Türkiye’nin ilk ve bağımsız öğrenci organizasyonu Yıldız Kısa Film Festivali 8. kez sinema severlerle buluşuyor.Y.T.Ü. Sinema Kulübü tarafından düzenlenen, jüriliğini sinema sektörünün özgün ve seçkin isimlerinin oluşturduğu festivalin son katılım tarihi 15 Nisan 2011.
2 Mayıs tarihinde açılış etkinlikleriyle başlayacak olan festival hafta boyunca yapılacak gösterimlerle devam edecek ve 6 Mayıs akşamı gerçekleşecek olan ödül töreni ve kokteyl ile son bulacaktır. Hafta boyunca yapılacak olan gösterimlerin yanı sıra panel , söyleşi ve atölyelerle katılımcılara keyifli anlar sunmayı amaçlayan festival herkese açıktır; etkinlik mekanı Y.T.Ü. Beşiktaş kampüsüdür.
KISA FİLM YARIŞMASI
Festival Kapsamında düzenlenecek yarışma bölümüne ulusal çapta tüm öğrenciler katılabileceklerdir. Yarışmaya katılan filmler, YTÜ Sinema Kulübü danışmanı Uğur KUTAY başkanlığında, YTÜ Sinema Kulübü Yönetim Kurulu ve Üyelerinden oluşan ön jüri tarafından değerlendirilecektir. Ön jüri değerlendirmesinden geçen filmler arasından kurmaca, canlandırma ve deneysel dallarda ilk üçe giren filmler esas jüri tarafından belirlenecektir. Esas jürinin belirlediği her dalda en iyi üç film ve özel ödül olmak üzere toplam on film gala gecesinde ödüllendirilecektir.
AÇILIŞ,GALA ve ÖDÜL TÖRENİ
2 Mayıs 2011 pazartesi günü açılış etkinlikleri ile başlayacak olan Yıldız Kısa Film Festivali , 6 Mayıs Cuma akşamı jüri ve finalist filmlerin yönetmenlerinin yanısıra medya ve basından seçkin konukların da davetli olduğu ödül töreni ile derece alan filmleri belirleyecek, tören sonrası kokteyl ile son bulacaktır.
KISA FİLM GÖSTERİMLERİ
Festivale kabul edilen filmlerin gösterimleri 2 Mayıs ve takip eden hafta boyunca Y.T.Ü. Beşiktaş kampüsündeki gösterim mekanlarında izleyicilerle buluşacaktır. İnternet ve diğer basın organlarıyla duyurusu yapılacak program içerisinde yerli yapımların yanısıra uluslar arası festival seçkileri de bulunacaktır. Katılımın tüm sinemaseverlere açık ve ücretsiz olduğu etkinlik içerisinde bir gün de açık hava gösterimi mevcuttur. Festival dahilinde finalist filmler yıl boyunca çeşitli gösterim ve kültür merkezlerinde izleyicilerle buluşacaktır.
PANELLER VE ŞÖYLEŞİLER
Festival kapsamında sinema dünyasından seçkin konukların katılımıyla sinema ve kısa film üzerine, panel ve söyleşiler düzenlenecektir. Bu etkinliklerle; sinemayla ilgilenen gençlerle profesyonellerin bir araya getirilip düşünce ve birikimlerin paylaşılabildiği bir platform oluşturulacaktır.
Toplantı, söyleşi ve sosyal etkinliklerle, genç sinemacılar arasında iletişim ve dayanışmayı güçlendirmek hedeflenmektedir.
Buradan da gerekli bilgileri alabilirsiniz! :)
İstanbul Lisesi Liseler Arası Kısa Film Yarışması tüm lise öğrencilerini film çekmeye davet ediyor.
İstanbul (Erkek) Lisesi, 7 sene önce düzenlemeye başladığı Liseler Arası Kısa Film Yarışması'nı bu sene de kaldığı yerden tüm hızıyla devam ettiriyor. Yarışma Türkiye'de düzenlenen ilk ve tek liseler arası kısa film yarışması olma özelliğine sahip. Geçtiğimiz sene Türkiye'nin dört bir yanından toplam 124 filme ev sahipliği yapan yarışma, bu sene daha çok gence ulaşmayı amaçlıyor. Yarışma, öğrencileri genç yaşta sinemaya yöneltiyor ve onlara sinema sevgisi kazandırmayı hedefliyor, bu sayede Türk Sinemasının geleceğine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Kısacası Türk Sineması'nın geleceğini arıyor! Sinema çevreleri tarafından büyük beğeni toplayan “İstanbul Lisesi Liseler Arası Kısa Film Yarışması”, genç yönetmen adaylarına güzel fırsatlar tanıyor, gençlerle ustaları bir araya getiriyor ve tüm liseli gençleri kısa film çekmeye davet ediyor.
Yarışma jürisinde; oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, Ruhi Sarı, Hasibe Eren, Bennu Yıldırımlar, Özge Özberk; yönetmen Selim Demirdelen, Selim Evci, Haşmet Topaloğlu; İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ceyhan Kandemir, Altyazı Dergisi Yazı İşleri Müdürü Nadir Öperli ve İELEV Genel Müdürü Kemal Kafadar yer alıyor.
Jüri değerlendirmesi sonucunda birinci seçilen filmin yönetmenine HD kamera, ikinciye dijital fotoğraf makinesi, üçüncüye IPOD ve mansiyon olarak DivX DVD Oynatıcı gibi çeşitli ödüller veriliyor.
Son katılım tarihi 6 Mayıs 2011!
Yarışma sonuçları, genç sinemacı öğrencilerin ustalar ile bir araya geleceği ve ödüllerin sahiplerini bulacağı, haziran ayının ilk haftasında gerçekleştirilecek olan ödül gecesinde açıklanacak.
Bu hafta sizlere önümüzdeki hafta vizyona girecek olan, 4 dalda Oscar Adayı olmuş, başrol oyuncularından Anette Benning’e Altın Küre Ödülleri’nde en iyi kadın oyuncu ödülü getirmiş olan, The Kids Are All Right isimli filmden bahsetmek istiyorum. Türkçeye 2 Kadın 1 Erkek olarak çevrildi.
Nic ve Jules yapay döllenme yoluyla iki çocuk sahibi olmuş, 18 yıllık evli lezbiyen bir çifttir. Nic, evin erkeği rolünü üstlenmiş, mükemmelliyetçi, çocukları Joni ve Laser’a son derece düşkün, eşini çok seven bir doktordur. Jules ise, çocuklar doğduktan sonra işinden ayrılmış, evde zaman geçiren, daha pasif hayat süren bir kadındır.
Filmi izlerken, yönetmenin kadın olduğunu bilmiyordum. Film bittiği gibi söylediğim tek şey “bu filmin yönetmeni kesinlikle kadın” demek oldu ve baktığımda gerçekten de, The Kids Are All Right filmiyle Oscar’a aday olmuş Lisa Cholodenko olduğunu fark ettim. Çünkü filmin sonu kesinlikle feminist bir yaklaşımla bitmiş.
43. SİYAD ÖDÜLLERİ
En İyi Film: Kosmos (Yapımcı: Ömer Atay)
En İyi Yönetmen: Reha Erdem (Kosmos)
Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu Performansı: Sevinç Erbulak (Prensesin Uykusu)
En İyi Erkek Oyuncu Performansı: Bartu Küçükçağlayan (Çoğunluk)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Performansı: Nihal Koldaş (Çoğunluk)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Performansı: Settar Tanrıöğen (Çoğunluk)
Mahmut Tali Öngören En İyi Senaryo Ödülü: Seren Yüce (Çoğunluk)
En İyi Görüntü Yönetimi: Florent Herry (Kosmos)
En İyi Kurgu: Reha Erdem (Kosmos)
En İyi Sanat Yönetimi: Ömer Atay (Kosmos)
En İyi Müzik: Selim Demirdelen (Kavşak)
En İyi Belgesel: Direnişçi (Yönetmen: Murat Utku)
En İyi Kısa Film: Bisiklet (Yönetmen: Serhat Karaaslan)
Ahmet Uluçay Umut Ödülü: Cahit Çeçen (Kahpe Devran adlı belgeseliyle)
Onur Ödülleri: Tuncel Kurtiz, Yusuf Kurçenli ve Cahit Berkay.
2010’da gösterime giren Beyaz Bant-Das Weisse Band (Yönetmen: Michael Haneke) filmi ise Yılın En İyi Yabancı Filmi seçildi.
Bu yazımı, www.kosekapmaca.net sitesinde de bulabilirsiniz!
www.kosekapmaca.net'in açılışıyla birlikte yayımlanan ilk yazılardan bir tanesi de, benim Siyah Kuğu hakkındaki yorumlarım oldu :) Önce orada paylaştıktan sonra, şimdi de kendi sitemizde paylaşıyorum..
Altın Küre Ödülleri’nde başrol oyuncusu Natalie Portman’a “ en iyi kadın oyuncu “ ödülü kazandıran film gerçekten büyük başarı kokan bir hikaye.
Nina Sayers ( Natalie Portman ) annesiyle birlikte yaşayan, bütün hayatını baleye adamış, çok disipinli ve kuralları olan bir dansçıdır. Tek hayatı her gün evden çıkıp, işine gitmek, geç saatlere kadar bale yaptıktan sonra evine dönmektir. Annesi hayatındaki tek arkadaşıdır. Dans ettiği yer, sezonu Tchaikovsky’nin ünlü Kuğu Gölü Balesi ile açacaktır ve bunun için dansçı seçmeleri vardır. Nina, yıllardan beri çok fazla çalıştığı ve çok emek verdiğinden, artık başrolü oynamanın vakti geldiğine inanmaktadır. Nitekim, patronları Thomas ( Vince Cassel ) Kraliçe Kuğu rolünü Nina’ya verir.
Fakat bu rol üstesinden gelmesi kolay olan bir rol değildir. Çünkü Nina Kraliçe Kuğu olarak hem beyaz, hem de onun şeytani ikiz kardeşi siyah kuğuyu canlandırmak zorundadır. Beyaz Kuğu’da hiç bir problem yaşamamaktadır. Çünkü zaten Beyaz Kuğu kendi hayatını anlatmaktadır. Zarif, narin, kırılgan bir danstır, aynı Nina’nın hayatı gibi. Fakat Siyah Kuğu çok daha şeytani, ölümcül, şehvetli bir dansı temsil etmektedir.
Nina, Siyah Kuğu için çok çalışıyordur ve bir zaman sonra sanrılar, halisülasyonlar, korkunç deneyimler yaşamaya başlar. Yaşadığı şeylerin ne olduğunu kestiremezken, bir de kendi rolüne rakip olan dansçı bir kız çıkar işin içinden, Lilly ( Mila Kunis ). Lilly, kesinlikle bir Siyah Kuğu’dur. Onun şeytaniliğine sahip bir kadındır ve gittikçe Nina’yı da kendi yaşadığı hayat tarzına sürüklemeye başlar.
Nina, neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kestiremezken, etrafındaki rakipleri onu oyun dışı bırakmaya çalışırken, tüm bunlardan kurtulup, hayallerinin rolü olan Kraliçe Kuğu olabilecek midir?
Film, psikolojik gerilim tarzı ve Natalie Portman gerçekten oyunculuğunu konuşturmuş, harikalar yaratmış. Bir balerinin yaşadıklarını anlattığı için film boyunca çok fazla bale izliyoruz tabi ki, bu seyirciyi biraz sıkıyor mu acaba diye düşünmeyin, çünkü araya o kadar ustaca serpiştirmiş ki yönetmen Darren Aronofsky sıkmıyor izlerken. Ayrıca filmde Natalie Portman’ın Mila Kunis ile lezbiyen sahneleri ve masturbasyon sahneleri var ki gerçekten çok cesurca ve insanı hiç beklemediği bir anda vuruyor.
Natalie Portman İsrail doğumlu, İsrail-Amerikan vatandaşı bir oyuncudur ve ailesi bu sahneleri oldukça eleştirmiş, Natalie’ye kızmış diye okudum. Ama bence kesinlikle her sahneyi hakkıyla oynamış. Altın Küre’de “en iyi kadın oyuncu” ödülünü aldı, benden söylemesi Akademi Ödülleri ve Bafta Ödüllerinde’de aynı şekilde “ en iyi kadın oyuncu” ödülünü alacaktır.
Filmin müzikleri de, o kadar güzel bir senkron yaratmış ki, izlerken kendine doğru çekiyor sizi ve filmle bütünleşiyorsunuz.
Winona Ryder’a da emekliye ayrılan dansçı Beth rolü ile küçük bir yer ayırmışlar ama bence çok zorlama ve gereksiz bir seçim olmuş Winona Ryder. Rol küçük de olsa, Nina’nın hayatını derinden etkileyen bir kadın olması neticesi belki böyle bir seçim yaptılar ama bence Winona Ryder fazlasıyla çirkindi. Fakat hastanede kendine yaptığı şeyler, gerçekten beni çok ürküttü.
Netice itibariyle, izlemenizi kesinlikle tavsiye edebileceğim bir film. Bir kadının, işinde en iyi olma isteği ve hırslarının neticesinde nasıl hayatını zindana çevirdiği, korkularıyla savaşmaya çalırşırken çoğu zaman kendi kaybettiğini anlatan, çok başarılı bir film.
'Salt' Movie Trailer from redCola Music on Vimeo.