4 Nisan 2012 Çarşamba

Marjane Satrapi Söyleşisi - İKSV



Pazartesi Atlas Sinemaları'ndaki Yalnız Kalpler filminden 15.35 gibi çıkıp Atlas'tan Şişhane'ye koşarak gittim! Ayağımdaki topuklu ayakkabılar beni çok yorsa da Marjane Satrapi söyleşisine yetişince koştuğuma değdi :)

İçeri girdiğimizde hiç takdim edilmeyi beklemeden sahnedeki masaya oturdu ve bize ilk sorusu şu oldu; "Türkçe mi konuşayım yoksa İngilizce mi?" Hepimiz bir şaşırdık falan ama Türkçesi İngilizcesi kadar iyi olmadığından daha yavaş olacağından, İngilizceyi seçtik ve söyleşi başladı.

Satrapi bize sinema yapmayı aslında hayatı boyunca hiçbir zaman düşünmediğini, hayatında her zaman değişik bir şeyler peşinde koştuğunu ama bunun hiç sinema olacağını düşünmediğini söyledi. Babası gibi mühendislik fakültesine gidip 6 ay sonra "burası benim hayatımın sonuna kadar çalışacağım yer olamaz" diyerek ayrılıp sanat okuluna gittiğini anlatarak devam etti. "İran hakkında çok fazla ön yargılar olduğunu biliyorum, siz de Türkiye'de yaşayan bir halk olarak bunu çok iyi bilirsiniz ve ben bu ön yargıların aslında doğru olmadığını, orada doğmuş bir insan olarak gerçeğin ne olduğunu göstermek isteğiyle "Persepolis"i yazdım ama basıldığında yüz kişinin anca okuyacağını falan düşündüm." Persepolis'in üstün başarısından sonra o da şok olmuş. Yıllar sonra bir yapımcı gelip Persepolis'i film yapmak istediğinde kesinlikle reddetmiş ama tüm dedikleri kabul edilince daha fazla direnememiş.

"Yüzlerce insanın benim emrimde çalışıyor olması o kadar sıkıntılı bir duyguydu ki, her akşam Tanrı'ya hepsi ölsün lütfen diyordum" diye tatlı bir kahkahayla sözlerine devam ediyor. "Sözlerimi o kadar ciddiye alıyorlardı ki, espri bile yapamıyordum!" Buradan sonra sinema olsun, animasyon olsun bu tür işlerin hepsinin çok kolektif olduğunu, kesinlikle tek başınıza yapılamayacağından bahsetti. Bir ayda tam 9650 tane çizimin üzerinden geçmiş ve "o kadar sıkıntılı bir dönemdi ki, animasyon yapımı aynı maraton koşmaya benziyor, ama normal filmler 100 metre koşusu gibi. Tempolu koşmalı, düzgün nefes almalı, gücünüzü bir kerede tüketmemelisiniz, biz de bunu yapmaya çalışarak çalıştık Persepolis'de".

Persepolis'in başarısından sonra yeni bir film çekmek istediğinde yapımcılar ondan yine aynı formatta animasyonlar istemiş ve Amerikalıların filmin içinde hep bir ders verme istediği bulundurduklarını ama her filmin ders vermesi gerekmediğini söyleyip, özellikle "Juno" filminin ne kadar yanlış bir örnek olduğundan bahsetti.

"Neyi anlatmak istiyorsanız onu anlatın, unutmayın ki sinemanın en büyük farkı derdinizi anlatmanız için bir dildir. Düz bir yapı değildir, sizin elinizde istediğiniz gibi şekillenebilir, ne söylemek istiyorsanız ona odaklanın."

Soru cevap kısmına geçmeden önce İran'dan ayrılıp Fransa'da yaşamasıyla ilgili çok güzel bir cümle kurdu; "eğer bir erkek olsaydım şöyle anlatabilirdim bu durumu: İran benim annem, Fransa ise benim karım. Annem ne olursa olsun, ne kadar çılgın, sinirli ya da otoriter olsa da benim her zaman annem ve onu değiştiremem, her haliyle de severim içten içe ama karım ile anlaşamıyorsak onu boşayıp yeni bir eş edinebilirim. Bu yüzden Fransa'da yaşıyor olmam bu kadar büyük bir sorun değil. Şimdi Fransadayım ama belki de İstanbul'da, Chicago'da yaşarım. Bu büyük bir olay değil benim için."  Bu konuşmasından sonra aklıma bizim atasözümüz geldi, "doğduğun yer değil doyduğun yer".

Söyleşiyi 1.5 saattir sigara içmediğini ve artık fenalık geldiğini söylerek bitiren Satrapi, bizi kırmayıp tek tek fotoğraf çektirip salondan öyle ayrıldı. Tek kelimeyle harika bir kadındı. Eğlenceli, esprili, ağzı da oldukça bozuk ama her şeyin ötesinde çok sıcakkanlıydı. Yeni filmi "Azrail'i beklerken"'i kaçırmayın derim!


5 Nisan 21.30 - Rexx
Kötü çekilmiş bir fotoğrafımız oldu :/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder